Suriye sınırımız boyunca uzanacak bir güvenli bölgenin kurulacağına dair uzlaşmanın hayata geçmesi noktasında ciddi sorunlar olacağı tahmin ediliyordu. Nitekim, ortak devriyeler başlamış olsa da gelinen noktada sürecin devamına ilişkin birçok belirsizlik hâlen giderilmiş değil. ABD ile Türkiye’nin güvenli bölgeden ne anladığı ve beklediği birbirinden farklı. Dahası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ABD terör örgütü için bir güvenli bölge istiyor” mealindeki açıklaması, iki ülke arasındaki görüş ayrılığının çok net olduğunu ortaya koydu.

Güvenli bölgenin yapısı ve fonksiyonu hakkında ABD ve Türkiye’nin farklı noktalarda durduğu çok açık. Türkiye oranın terörden arındırılması ve ardından Türkiye’de geçici koruma altında olan Suriyelilerin bu bölgeye yerleştirilmesini öngörüyor. Bunun için orada göstermelik devriye operasyonlarının ya da az sayıda ABD askerinin bölgeye gönderilmesinin yeterli olmayacağı ve Fırat’ın doğusunda kapsamlı bir temizliğin yapılması gerektiği malum. Terör örgütüne ait militanlar dâhil her ne varsa bir an önce bölgeden gönderilmedikçe Suriye’nin iç savaş ortamından kurtulamayacağı ve masum sivillerin yaşadığı dramın sona ermeyeceğini görmek zor değil.

Türkiye bir yandan üzerindeki mültecilerden kaynaklı yükü Fırat’ın doğusunu temizlemek suretiyle hafifletmeye çalışıyorken özellikle İdlib’teki gelişmeler bu sorunun daha da ağırlaşabileceğine dair ipuçları veriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Eylül ayı bitmeden Fırat’ın doğusunda kendi askerlerimizle fiilen güvenli bölge oluşumunu başlatmamış olursak artık kendi yolumuza gitmekten başka çaremiz kalmayacaktır.” sözleriyle ABD’yi uyardı. İdlib’deki gelişmelerden duyduğu endişeleri dile getiren Erdoğan ayrıca, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye üzerinde zaten ağır bir yük hâlini almış olan sığınmacılar meselesini derinleştireceğini, bu durumda da Türkiye’nin olası yeni göç dalgası karşısında Avrupa ülkelerinden de yardım beklediğini belirtti.

Batı basını “Erdoğan mültecileri Avrupa’ya göndermekle tehdit etti” türünden başlıklar kaleme aldı. Avrupa ülkeleri, böylelikle Türkiye’ye gelecek yüzbinlerce ilave Suriyelinin Türkiye üzerinden AB ülkelerine akın edebileceği ihtimalini tekrar hatırlamış oldu. Yıllardır Suriyeli sığınmacılar sorununu tek başına göğüslemek için elinden geleni yapan Türkiye’nin bu yükü AB ülkeleri ile paylaşacağını ima etmesi bile Avrupa’yı endişeye sevk etmeye yetti.

Türkiye’nin Avrupa’yı tehdit ettiği yönündeki değerlendirmeler, Batı’nın Türkiye’yi analiz etmedeki yetersiz ve başarısız olduğunu göstermenin yanı sıra, Avrupa’nın Türkiye’nin sorunlarını görmezden geldiğine de işaret ediyor. Türkiye’nin ağırlaşan yükünü hafifletme yönündeki çalışmalarına destek olmayanların, yük taşınmaz noktaya geldiğinde Türkiye’ye yardım eli uzatmayacağı da anlaşılıyor.

Dolayısıyla, Türkiye’nin sorun iyice karmaşık hâle gelmeden Türkiye’nin beklentilerine cevap verecek bazı adımlar atılması yönündeki talepleri, aslında Batı’ya yönelik bir “tehdit” değil, yapıcı yönde yapılan bir “uyarı” olarak görülmeli. Ancak Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik hasmâne tutumu, bu ayrımı yapmasını engelleyecek boyutta olduğu için Suriyelilerin yaşadığı trajediye Avrupa’nın duyarsız kalmasına sebep oluyor.

Türkiye fedakârca üstlendiği sorumluluğun başkaları tarafından paylaşılmasını beklerken, kendi menfaatinden çok Suriyeli sivillerin çıkarlarını düşünüyor. Ancak, Türkiye’nin sınırlarını kendi güvenliği için âdeta bir “güvenli bölge” gibi algılayan Avrupa, Suriye kaynakları sorunların kendinden uzakta tutulması için tüm yükü Türkiye’nin sırtına yüklemenin hesabını yapıyor. Türkiye’nin buna ne kadar dayanacağı, Avrupa’nın vurdum duymaz ve bencil yaklaşımının Suriye sorununa nasıl etki edeceği ve bunun sonunda Avrupa’ya nasıl bir fatura çıkacağı yakında görülecek.