İsrail’in şimdiye kadarki hukuk ve insanlık dışı faaliyetleri elbette saymakla bitmez. Bu şiddet sicili yetmezmiş gibi, İsrail polisinin 7 Mayıs akşamı teravih namazı sırasında Mescid-i Aksa’daki cemaate ses bombaları ve plastik mermiyle müdahale etmesi, bardağı taşıran damla olacak gibi duruyor.

İsrail’in Müslümanlara yönelik zulmünün mübarek Ramazan ayında da ara vermeden devam ettiğini gösteren son gelişmeler, “İsrail İsrailliğini yapmaya devam edecek” dedirtiyor. Ramazan’ın son Cuması, Kadir gecesinden bir gün önce yaşanan saldırılar, İsrail’in toprak ve genişleme derdinden öte, İslamiyet’e cephe açtığını gösteriyor. Yani İsrail için mesele işgal altında tuttuğu Filistin topraklarını genişletmek veya o topraklar üzerindeki yasadışı yerleşimlerini artırmaktan ibaret değil. İsrail, Müslümanların mübarek günlerde ibadet etmesinden dahi rahatsız oluyor. Müslümanlara İslamiyet’i dilediği gibi yaşama hakkı bile tanımıyor.

Kadir gecesinde Müslümanların toplanmasını engellemek niyeti de taşıyan saldırılara rağmen, Harem-i Şerif'in yolunu tutan 90 bin Filistinlinin Kadir Gecesi’ni Mescid-i Aksa’da idrak etmesi ise İsrail’e verilebilecek en büyük cevaptı. Bu tür barbarca saldırıların Müslümanları kutsal mekanlarından uzakta tutmaya yetmeyeceği bir kez daha ilan edilmiş oldu.

İsrail’in devlet terörü öyle uç noktalara çıktı ki, İslam coğrafyasını bölen, onu sömüren, vekalet savaşlarıyla Müslüman kanı akıtan birçok Batı ülkesi dahi İsrail’i kınamak durumunda kaldı. Rusya’sından AB ve ABD’ye kadar birçok gayrimüslim ülke de İsrail’i eleştiren açıklamalar yaptı. Ancak, İsrail’in yolsuzlukları ayyuka çıkmış başbakanı Netanyahu gelen tepkilere aldırış etmeyeceğini açıkça belli etti. “Kudüs'ü inşa etmemiz konusunda yapılan baskılara karşı koyuyoruz. Kudüs, İsrail'in başkenti. Her ulusun kendi başkentini inşa ettiği gibi, bizim Kudüs'ü inşa etme hakkımız var. Bunu yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.” diyen Netanyahu, huzur ve istikrar değil kaos ve şiddet taraftarı olduğunu bir kez daha gösterdi. İbadet eden silahsız sivillere silahla saldırı emri veren bir yobazdan beklenen başka ne olabilirdi ki!

Kudüs’ün İslam dünyası için kırmızı çizgi olduğu malum. İslam dünyası İsrail’in şiddetini, hak ve hukuk tanımaz, insanlığa sığmaz eylemlerini sert şekilde kınadı, kınamaya devam ediyor. Kudüs’ün ve Harem-i Şerif’in statüsünü aşındırmaya yönelik İsrail’in vicdansız eylemlerine ve Filistin halkının meşru haklarını gasp etmeye yönelik girişimlerine şiddetle karşı çıkılıyor. Filistin halkının hürriyet ve adalet mücadelesine dünyanın dört bir tarafından destek açıklamaları geliyor. Buna rağmen İsrail’in eylemleri ve yarattığı sorun bir türlü sona erdirilemiyor. Peki, ama neden?

Öncelikle şu gerçeği görmek lazım. İslam dünyası tek sesli olamıyor, birlik ve beraberlik sergilemekte acziyete düşüyor. İsrail’le iş tutup Müslüman kardeşine engel çıkaran Müslüman ülkeler yok mu? İsrail’le normalleşmek için başka bir Müslüman ülkeye kafa tutan yok mu? Filistin’de Hamas ile El-Fetih arasındaki kutuplaşma giderilebildi mi? Filistin niçin ulusal birliğini bir türlü temin edemiyor? El-Fetih, 22 Mayıs’ta yapılması planlanan parlamento seçimlerini gerçekten de İsrail Doğu Kudüs’teki Filistinlilere oy kullandırmayacağı için mi erteledi yoksa El-Fetih içerisindeki muhalifler Mahmud Abbas’ı devrebilir korkusu yüzünden mi? Hâl böyleyken, İsrail’in saldırganlığının arkaplanında Müslüman dünyasının dağınıklığının da payı vardır denemez mi?

Artık İslam dünyasının kenetlenmesi, ayaklanması ve İsrail devletinin terörüne karşı tek vücut olup karşı koymasının vakti gelmiştir. Mesele, işgal edilen topraklarda yeni yerleşim yeri açılması gibi basite indirgenemeyecek derecede ciddidir. Mesele, İslam’ın kutsal mekanlarımızdan çıkartılıp atılmak istenmesidir. Bu noktaya gelinmiş, büyük bir infial ortaya çıkmışken yeni bir intifadanın başlamasını öngörmek abes olmaz. Ama her şeyden önce, Filistin’de birlik ve bütünlük sağlanmalı, İsrail terörüne cesaret verilmemelidir.