Enflasyon kelimesi birçok anlamda çağrışım yapmaktadır. Enflasyon kelime anlamıyla şişme demektir. Bu çağrışım kişilerin anladığı ve anlatmaya çalıştığı şekliyle değişiklik gösterir. Halka sorduğunuzda alacağınız cevap, “hayat pahalılığı” olur. Prof. Dr. Bülent Gülçubuk Hocama göre, “Mal ve hizmet fiyatlarının sürekli olarak artması ve buna bağlı olarak paranın satın alma gücünün düşmesi” olur. Bir ziraat mühendisi olarak benim cevabım, “Fiyatların devamlı artması” olur. Bakkaldan, manavdan, çarşıdan ve özellikle zincir marketlerden; peynir, zeytin, çay, şeker, ekmek, helva, çikolata, meyve ve sebze gibi yiyecek maddeleri alıyorsak ve etiketlerindeki değişimlere (fiyatların sık sık artması) yetişemiyorsak o zaman “enflasyon vardır” derim.

“Dışa bağımlılık” ile “enflasyon” arasında bir ilişkinin olmadığını hiçbirimiz iddia edemeyiz. Dolayısıyla ABD Başkanı Joe Biden’ın öksürmesi veya iki dudağı arasından çıkan bir sözün bazı ülkelerde enflasyonu etkileyen bir faktör olduğunu da söylemek mümkündür.

Dışa bağımlılığın yanında “yabancılaşma” yani Batılılar gibi yaşama düşüncesi, “Batılılaşma”. Bu kavram bizlere yanlış anlatıldı ve kabul ettirildi. Batılılaşmak esasında “daha çok tüketmek”, uygar ve çağdaş görünmenin bir yolu olarak anlatıldı. Sonuç olarak “daha çok tüketen”, “daha çok gösterişli olan çağdaştır” sanıldı. Kanaat etmekten yoksun insan yığınları oluştu maalesef. Enflasyon toplumun bütün kesimlerini etkileyen zararlı bir ekonomik olaydır, bir canavardır. Bu canavardan zarar görenlerin başında “sabit gelirliler” gelir.

Enflasyonda üretimle tüketim çok önemli iki unsur olarak karşımıza çıkar. Bu iki unsurun dengesizliğinden ortaya çıkıyor da denilebilir. Özetle enflasyonla mücadelede üretimle tüketimi, sağlıklı bir ölçüde tutmak gerekiyor.

Üretim, üretim ve yine üretim. Bizim ülke olarak üretmemiz lazım. “Bitkisel ve hayvansal üretimde dışa bağımlılığımız sıfır olmasa da sıfıra yakın olmalıdır”!...

Genel olarak baktığımızda üretim ile kârlılık sanki yön değiştirmiş gibi. Üretimin arttırılmasından ziyade, baktığımızda görünen üretimin arttırılması değil de işletmelerin parasal gücünün büyümesi gibi görünüyor. “Nasıl kazanıldığına değil de, ne kazanıldığına” bakılıyor.

Enflasyonun aşağı çekilmesinde işletmeler, kamu kuruluşları, bankalar, hükümet, tüketiciler ve tabii ki çiftçilere önemli görevler düşüyor. Tek başına bu canavarın üstesinden gelmek artık çok zor gibi görünüyor. Diğer yandan baktığımızda enflasyon canavarının ekonomik, sosyokültürel, teknolojik ve tarım gibi sektör olarak boyutları var. Dolayısıyla bu canavarla mücadele ederken her sektöre değişik görevler düşmektedir. Bu görevleri yerine getirmek için “sektörlerin iş birliği yapmaları” gerekiyor.

“Tarımsal gücünüz varsa, iktisadi gücünüz de vardır. İktisadi gücünüz olursa, askeri gücünüz olur. Askeri güce sahip olursanız, siyasi güce de sahip olursunuz. Dolayısıyla ekonomik gücünüz de var demektir.” Bunları yapabilmek için ülkemizi “güçlü Türkiye” hâline getirmek şarttır. Kendi göbek bağımızı kendimiz kesmemiz, kendi üniversitelerimizden mezun olan insanlarımızla yol almamız lazım. “Yabancı insanların hazırladıkları reçetelerle “güçlü Türkiye” hâline gelemeyiz.” “Dünya Bankasından, Amerika’dan, Avrupa Birliği’nden transfer edilecek ne insanlarla ne de fikirlerle bu güce kavuşmamız mümkün değildir.” Hepimiz fedakârlık yapacağız. “Ürettiğimizden daha az tüketmeyi öğreneceğiz ve öğreteceğiz.” “Güçlü Türkiye” hâline gelmemiz, enflasyonla mücadele etmemiz için kendimize has ekonomik, sosyal, kültürel ve tarım sistemimizi hazırlamamız ve uygulamamız lazım. Aksi durumda tüm yapılanlar “koltuk kavgasından öteye gitmeyecektir” maalesef.

Son söz: Tarımsal üretimde, endüstride ve diğer üretim sektörlerinde artış sağlanmadan, enflasyonu kontrol etmede başarı sağlamak mümkün değildir.