Türkiye hava savunma sisteminin tesisi amacıyla aldığı Rus malı S-400’ler nedeniyle ABD dün bir yaptırım açıkladı. Bu yaptırıma göre Savunma Sanayi Başkanlığımızın kendisi, SSB Başkanı ve diğer 3 kamu yöneticimiz ABD’nin yaptırımlı kişi ve kurumlar listesine eklendi.

Bundan önce de 2019 Ekim ayında bu ülke tarafından Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarına tepki olarak 3 bakanımıza benzer yaptırımlar uygulanmıştı.

Şunu belirtmek lazım ki, 2019 yaptırımları da, şu an uygulanan tedbirler de ilgililer tarafından zayıf ve temel olarak nitelendirildi. Biliyorlar ki, bu bölgede Türkiyesiz hiçbir adım atılamayacaktır. Onlar da ayaklarını denk alıyorlar.

Kendisini dünyanın hamisi ve jandarması olarak gören bu ülke ile bir yaptırım geçmişimiz de var. Geçmişte; haşhaş ekimi, Kıbrıs Barış Harekâtı gibi dönemlerde de çeşitli yaptırımlar uygulanmıştı. Daha yakın geçmişte ise 2003 1 Mart tezkeresi, 2003 Süleymaniye olayı, 2017 vize krizi ve 2018 Brunson olayı sırasında da birtakım yaptırımlar uygulandı.

Bu olaylar arasında, ABD’nin “hem suçlu, hem güçlü” olduğu olaylar başta olmak üzere, hemen her yaptırım döneminden sonra da Türkiye konumunu yeniden değerlendirmeye aldı ve güncelledi. NATO’ya mesafesini yeniden değerlendirmesi, yerli askeri elektronik sanayi tesis etmek üzere birkaç şirket oluşturması, yerli teknoloji ile ilgili attığı adımlar bunlardan sadece birkaçı oldu. Yine bu olaylardan sayabileceğimiz 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da bu “yeniden konum değerlendirmesini” hızlandırdı ve adımlarını netleştirerek oldukça hızlı şekilde attı.

Tarihçeye girmemin nedeni, arada güvenin kalmadığı tüm ilişkilerde olduğu üzere ülkeler arası ilişkilerde de sorunların müteakiben devam edeceğini vurgulamaktır. Özellikle taraflardan birisi diğerine saygı duymak yerine ezebileceğini, yönetebileceğini veya cezalandırabileceğini düşünüyorsa daha da sıklaşarak devam edecektir.

Bugünkü yaptırımlar da özellikle savunma sanayimizin SSB üzerinden Amerikan teknolojisi lisanslamasını etkileyecek şekilde cereyan etmiştir. Bu durum, Türkiye’de yerli üretildiğini düşündüğümüz ve gerçekten de büyük bir yüzdesi yerli olan ürünlerin üretiminde sıkıntı oluşturma potansiyeline sahiptir. Çünkü bu ürünlerde küçük bir yüzde ile de olsa Amerikan teknolojisi kullanılıyor olabilir. Siber güvenlik gibi yazılım sektörleri ise neredeyse tamamen yabancı ve çoğunluğu ABD kaynaklıdır.

Türkiye, henüz çalmadığı tüm zilleri bugün çalmalıdır. Kaynak çeşitlendirmesi ile ABD dışı farklı ülkelerden farklı çözümler kullanma yaklaşımı ise çatışmalar ve yaptırımlardan ders almadığımız anlamına gelecektir. Unutmayalım, ne ABD, ne Rusya, ne Çin! Ne İsrail, ne Fransa, ne Almanya!

Türkiye’nin bundan sonra atması gereken adımlar bundan önceki davranışlarında gizlidir. Bu yaptırımları hayırlı hâle getirecek olan, kritik ve hâlen yabancı kaynaktan kullanılan bileşenlerin yerli üretiminin sağlanması ve bugün yerlisi olan tüm ihtiyaçlara yerli çözümlerin kullanılması olmalıdır.

Bozkurtluğunu hatırlayanlar için biz de hatırlatalım: “Çakal fermanını, bozkurt hükmü yırtar!”