Her yıl binlerce çocuk, bir yarışın içine giriyor ülkemizde. Çoğu hala tam olarak kontrol edilemeyen ve ne kadar sağlıklı işlediği belli olmayan basketbol okullarında bir kısmı da kulüplerin alt yapısında. Hayalleri ortak. Basketbolcu olmak. Her şey çok masum başlıyor. Veliler, “Çocuğum, spor yapsın, sosyalleşşin” diyerek başlarken süreç ilerledikçe adeta birer canavara dönüşüyor. “Benim çocuğum az oynuyor”, “Koç çocuğumun hakkını vermiyor” gibi serzenişler zamanla isyana, şiddete, veli terörüne kadar varıyor. Üstelik bu süreçten küçük beyinler de hasarlı olarak çıkıyor.

Ya da basketbolcu olmayı kafasına koyan genç, her türlü zorluğa göğüs geriyor. Okulu sporu bir arada götürmeye çabalıyor lise sona kadar. Ama çarpık düzen burada yol kesiyor. Üniversite mi spor mu? Hatırı sayılır bir kısmı ya sakatlanırsam düşüncesiyle spordan kopuyor bir bir. Bütün sıkıntılara rağmen yola devam edip bir yerlere gelenler var elbette. Ancak ağır bedeller ödeyenler, güvencesiz oynayanlar, sağlığını kaybedenlerin sayısı da az değil.

Her şey güllük gülistanlıkmış gibi kafamızı kuma gömüp, işin vitriniyle uğraştığımız dönem de yaşanan iki olay basketbolumuzun turnusolu oldu adeta. Göz alıcı ambalajına rağmen en temel sorunlarını hala çözememiş. Alt yapı yerine gözünü en üste diken, rantın peşindeki basketbolumuzun yıllardır görmezden gelinen siyah-beyaz fotoğrafını gözümüze soktu. Tribünlerde olaya, kavgaya, silaha alıştık.

Geçen hafta Ankara’da yaşanan olay çıtayı daha yukarı taşıdı. Detay girmeden anlatalım. Çocuğu bir maçta tribünde oturtulan veli, (Bu bir çok takımda uygulanıyor. Sporcu sayısının fazlalığı, aidat toplama vs. kaygısıyla) bir kulübün salonunu basıyor sağa sola ateş ederek ortalığı teksasa çeviriyor. Can güvenliğini tehdit ediyor. Büyük şans bir kayıp yaşanmıyor. Çocukların eğitim aldığı bir basketbol okulunda yaşanıyor bu. Sebebi ne olursa olsun kabul edilemez. Basketbol okulları işin iyi yapacak. Ama herkes de haddini bilecek. Olayın hukuki takibi olacaktır. Ancak federasyon, sorumlular bu başı boş sistem için hala bir şey yapmayacak mı? Şimdi herhangi bir anne babayı düşünün bu olayı duyunca çocuğuna salona gönül rahatlığıyla götürür mü? Götürse de kafasında kırk tilki kırk hesap yapmaz mı? Ya işler böyle halloluyormuş diye örnek alırlarsa.

Recep Solak 1996 doğumlu genç . 16-17 yaşında İnegöl’den kalkıp Ankara’ya geldi. O yaşta ailesinden ayrıldı. Ne için? Basketbol oynamak, basketbolcu olmak için. Sıkıntı da çekti. Bırakmadı. TBL seviyesini gördü. Bu sezon başında Samsun Basketbol takımına transfer oldu. Eylül ayı sonunda antrenmanda ciddi bir sakatlık geçirdi. Yaşadıklarını basketfaul.com sitesine yazmasa kimsenin haberi olmayacaktı belki de. Ameliyatı rica minnet yaptırıldı. Sonra yüzüne bakan olmadı takım arkadaşları dışında. Bu süreçte maaşını alamadı. Bir çok şeyi kendi imkanlarıyla yaptı. Bir de üstüne sözleşmesini düşük bir rakama feshetmesi için baskı altına alındı. Hayallerinin peşinden giderken ilk terslik de kapı önüne kondu. Hakkını, hukukunu koruma savaşı veriyor tek başına. Ve bu tip olaylara karşı birlik olmaktan bahsediyor. Oyuncular birliği, dünyanın her yerinde var. Bizde söylemden ibaret.

Bu iki olay gibi duyulmayan, bilinmeyen yüzlerce vaka vardır eminim. TBL’de bunlar oluyorsa daha altlarda neler yaşanıyor? Başkent’in göbeğinde antrenöre silah çekiliyorsa ücra köşelerde neler oluyor kim bilir? Böyle sorunlar çözülmeyi beklerken Karşıyaka’nın yenilgisiz müthiş gidişatını, Tofaş’ın Galatasaray’ı sürklase ederken Berk Uğurlu’nun ortaya koyduğu performansı, ligin sürpriz ekibi Afyon’un Fenerbahçe’ye de ecel terleri döktürmesini, Arel Üniversitesi’nin Beşiktaş’ı geçip ilk galibiyetini almasını vs. vs. yazmanın bir anlamı kalmıyor. Türk Basketbolu’nun marka değerini yükseltmek için atılan nutukların da bir değeri olmuyor.