Uzun bir belirsizliğin ardından Vladimir Putin düğmeye bastı ve endişeyle beklenen askerî operasyon başladı. Ukrayna’yı dört koldan kuşatan Rus ordusu, Belarus sınırından askerlerini hareket ettirmek suretiyle Kiev yönünde ilerliyor. Diğer taraftan, hâlihazırda işgal altından olan Donbas ve Kırım’dan da askerî birlik ve araçlar Ukrayna’nın içlerine doğru ilerlemeye çalışıyor. Rus hava kuvvetleri de özellikle Rus nüfusun yoğun olduğu doğu ve güneydoğu kesimlerinde aktif bir şekilde kara birliklerine destek oluyor.

İşgal girişiminin beşinci günü itibarıyla, Rusya’nın beklendiği kadar hızlı ve rahat ilerleyemediğini tespit etmek gerek. Ukrayna ordusunun ve halkının Rus işgaline tahmin edilenden daha sert ve kararlı bir şekilde direnç gösterdiği değerlendiriliyor. Sahada işlerin hiç de Putin’in öngördüğü şekilde gitmediği ve birkaç gün içinde Kiev’i dize getireceğini bekleyen Rusya’nın hayal kırıklığına uğradığı da yaygın bir kanaat.

Artık bir savaş olarak nitelendirilmeyi hak eden işgal girişiminin ilk hedefinin Ukrayna’da iktidar değişikliği olduğu açık. Putin’in operasyon daha yeni başlamışken Ukrayna ordusuna seslenerek darbe yaparak hükümeti alaşağı etmelerini istemesi bunun bir göstergesi. Putin’in Ukrayna ordusunun yapacağı darbeden medet ummasının bir sebebinin de Rusya’nın ağır kayıplar verme ihtimalini hesaba katmış olması olabilir. İşgal harekâtının beşinci gününde, Rusya’nın hedefine ulaşmaktan uzak olduğu ve hatta Ukrayna ile ateşkes müzakerelerine razı olduğu da dikkate alınırsa, Putin’in operasyonun başarısı hakkında en başından beri şüphelerinin olduğu varsayımında bulunmak abes olmaz. Belli ki Rusya Ukrayna’da girişilecek mücadelenin 2014’te Kırım’ın işgal süreci gibi kolay olmayacağını öngörmüş. Rusya liderinin, kendi askeri güçlerinin NATO’nun gücü ile kıyaslanamayacağını bildiklerini ifade ederken Rusya’nın bir nükleer güç olduğunu hatırlatmak zorunluluğunu hissetmesi de bu çerçevede önem kazanıyor.

Rusya ve Ukrayna arasında ilk müzakerelerin başlayacağına dair açıklamanın sonrasında Putin’in nükleer caydırıcılık unsurlarını teyakkuza geçirmesi de Rusya’nın zorlandığının ikrarı anlamına geliyor. Putin’in müzakerelere onay verdikten dakikalar sonrasında böyle bir talimatta bulunmasının temel amacı, Ukrayna’ya yönelik baskıyı artırmak suretiyle masada Rusya’nın elini güçlendirmek olsa gerek. Ancak bunu, Putin’in zor duruma düştüğü için nükleer silah tehdidinde bulunmaktan başka çare göremediği şeklinde okumak da mümkün. Bu şekilde bakıldığında, Putin’in sahadaki gidişattan memnun olmadığı sonucu çıkarılabilir.

Putin’in müzakerelere evet demesinin zaman kazanmak için bir oylama taktiği olması da muhtemel. Moskova, müzakere söylemiyle bir yandan Batı’nın giderek artan baskısının daha da şiddetlenmesine önlem almak diğer yandan da Ukrayna’ya daha büyük bir askeri güç konuşlandırmak için fırsat yaratmak istiyor olabilir. Müzakerelerin nereye varacağı henüz belli değil. Eğer beklendiği gibi sonuçta uzlaşı çıkmaz ise Rusya’nın saldırısına artan sertlik ve şiddette devam etmesini bekleyebiliriz. Hatta halkın psikolojisini bozmak ve Kiev hükümetine yönelik destekleri örselemek için sivil halkın hedef olduğu saldırıların artmasını şaşırtıcı olmamalı. Rusya’nın Suriye’de de sivil halkı hedef olan saldırıları malum olduğu için Ukrayna’da Rus ordusuna direnen Ukraynalıların hedef alınmamasını beklemek gerçekçi değil.

Ne yöne evirileceği henüz belli olmayan bu süreç, en başında Avrupa ve ABD’nin çekingen ve cılız adımları ile Rusya’ya cesaret verir şekilde ilerledi. Saldırının fiilen başlamasıyla sivillerin de hayatını kaybetmesi ve yüzbinlerce sivilin Avrupa’ya göç etmeye başlaması gibi sebeplerle Batı’nın Rusya’ya karşı tepkisinin arttığı görülüyor. Rusya’nın sahada şiddeti artırması Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarını da genişletmesine sebep olacaktır. Bu ise gerginliğin bir süre daha tırmanacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla itidal ve aklıselim devreye girmezse, bu kriz taraflı tarafsız birçok ülkeyi içine çekebilecek bir potansiyel taşıyor.