Ukrayna krizinin çözümüne yönelik diplomatik görüşmeler devam ederken, Rusya ile AB ve ABD arasında geçen sert tartışmalar “yeniden soğuk savaş” söylemini tekrar gündeme getirdi. Rusya, ABD öncülüğündeki Batı ülkelerinin ve bilhassa NATO’nun Soğuk Savaş döneminde olduğu üzere “çevreleme politikası” güttüğünü düşünüyor. Soğuk Savaş döneminde SSCB’nin etki alanında olan Varşova Paktı ülkelerinin bir bir Batı ile entegre olmasından rahatsız olan Rusya, Ukrayna’nın bu çevreleme politikasının en önemli ayağı olacağı kanaatinde. Bu sebeple de Ukrayna, Moskova için “kırmızı çizgi” olarak nitelendiriliyor.

Ukrayna’ya Rusya’nın özel bir anlam atfettiği açık. Rusya’ya sınırı olan Baltık ülkelerinin NATO ve AB üyesi olması Rusya’nın bu kadar tepki göstermesine sebep olmamıştı. Yeltsin döneminde (1999’da) yaşanan NATO’nun ilk genişlemesinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın NATO’ya üye olması da Rusya tarafından bu nispette bir sorun olarak görülmemişti. Ancak, NATO’nun doğu yönünde genişlemesi 2004 yılında Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovenya ve Slovakya’nın da üyeliğe kabulü ile devam etti. Bu ikinci genişleme dalgası esnasında ise Batı’ya karşı daha güçlü tepki koyabilen Putin görevdeydi. Putin 1990’da 16 üyesi olan NATO’nun, 2004’te 26 üyeli bir örgüte dönüşmesi karşısında Batı’ya yönelik eleştirilerini sertleştirmeye başladı.

Putin’in 2007 yılında gerçekleştirilen Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşma, aslında bu tepkinin en somut, en açık ifadesiydi ve bugünlerde yaşananların habercisi niteliğindeydi. Uluslararası güvenlik sorunları hakkındaki düşüncelerini içi boş diplomatik terimlerle değil açıkça dile getireceğini belirterek konuşmasına başlayan Putin, haddini aşmakla itham ettiği ABD’yi yaylım ateşine tutmuş ve ciddi şekilde ikaz etmişti. Güvenliğin evrensel ve bölünmez olduğunu vurgulayan Putin, Soğuk Savaş döneminde iki süper güç arasındaki dengenin küresel güvenliği sağladığını belirtmiş, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan tek kutuplu sistemin ise bunu başaramadığını savunmuştu.

Tek kutuplu dünya düzeni sorgulayan Putin, “ne kadar süslerseniz süsleyin bu kavram, tek güç merkezi ve tek efendi anlamına gelir” diyerek bu tip bir dünya düzenine başkaldırmıştı. Bu düzenin kabul edilemez olmakla kalmayıp uygulanamaz olduğunu da savunan Putin, kendilerine demokrasi dayatan Batı’nın kurmak istediği tek kutuplu düzenin çoğulculuğu esas alan demokrasi ile çeliştiğinin de altını çizmişti. Tek kutupluluğun, tek taraflı ve çoğu zaman meşruiyeti olmayan eylemlere yol açtığını ve bunun da sorunları çözmek bir yana yeni sorunlar yarattığını ileri sürmüştü. Tek kutuplu düzende çatışmaların ve ölümlerin arttığını, askerî yöntemlere daha fazla başvurulduğunu ve artık diplomasinin bu çatışmaları çözmeye yetmediğini dile getirmiş; askeri yöntemlere başvurmanın istisnai durum haline gelmesi gerektiğini belirtmişti.

Rusya’nın Gürcistan’daki askerlerini geri çektiği bir dönemde NATO’nun Romanya ve Bulgaristan’a asker yerleştirmesini eleştiren Putin, Rusya sınırına doğru genişlemenin Avrupa’nın güvenliğini sağlamaya yönelik olmayıp tam aksine güven zedeleyici ve provokatif olduğunu savunmuştu. 1990’da dönemin NATO Genel Sekreteri Wörner’in NATO’nun Almanya dışında asker konuşlandırmayacağına dair güvenlik garantisi verdiğini hatırlatan Putin, “hani verilen garantiler” diyerek NATO’yu eleştirmişti.

Bugün gelinen noktada, Putin’in hâlâ NATO’nun garanti vermesini talep ettiğini görüyoruz. Ancak Putin, daha önce verilen sözlerin tutulmadığını hesaba katarak, NATO’nun genişlemeye devam edeceğini varsayıyor. Dolayısıyla da “NATO’yu diplomasi ile durdurmazsam, Ukrayna sınırındaki askerlerimle durdururum” diye düşünüyor.

Putin’in 2007’deki konuşmasında uluslararası sisteme, ABD’ye ve NATO’ya yönelik eleştirilere bakılırsa, Ukrayna krizine aslında uzun yıllardır adım adım yaklaşıldığı anlaşılıyor. ABD’nin Rusya’yı çevreleme niyetiyle yaptığı hamlelerin Rusya’nın sabrını taşırmasına ramak kalmış durumda. Ukrayna’nın NATO’ya alınması, bardağı taşıran damla olabilir. Putin, Ukrayna sınırına asker yığmakla bir yandan bu mesajı vermeye çalışıyor, diğer yandan da tek kutuplu dünya düzenine başkaldırmaya devam ediyor.