Dünyada ve ülkemizde tarım hiçbir zaman güncelliğini ve gündemdeki yerini kaybetmedi. Son ayların tarım gündemi Tarımsal üretim planlaması” ve bu gündemle ilgili takvim işlemeye başladı.

Bu süreçte ekranlara bakıyorum da herkes tarım uzmanı olmuş, öyle yorumlar yapılıyor ki, mevcut gündemdeki belirsizlikler olduğu bir ortamda yapılan yorumlar insanların aklını karıştırmaktan başka bir şeye yaramıyor, maalesef. 

Böyle bir ortamda Cumhuriyet dönemi Türk düşünürlerinden, Sakallı Celal’in sözü aklıma geliyor.  “Bizde bilgililer ilgisiz; ilgililer de bilgisiz.” Ne diyelim ülkemiz böylesi karmaşık bir durumda, “tarımı biz tarımcılardan başka herkes çok iyi bilir, çok da konuşur, hatta yazıyor bile !..”

Uygulanan bir politikanın, planlamanın değerlendirmesi yapılırken verilere ve bu verilerin zaman serisine bakmak gerekir. Bir politikanın negatif yönleri de olduğu gibi pozitif yönleri de olur. Burada asıl mesele pozitif yönlerinin fazla olup olmadığıdır.

NEDİR SİZLERDEN ÇEKTİĞİMİZ?

Söz konusu tarım olunca tarım hakkında bilen de konuşuyor; bilmeyen de! Özetle ağzı olan konuşuyor. Hayatı boyunca bir avuç tohumu tarlaya saçmamış, bir metrekare bostan yetiştirmemiş, traktöre binmemiş, binmeyi bıraktım önünden geçmemiş kişiler var boy, boy. Damlama sulama diye konuşmaya çalışan, memba tarafında mı yoksa mansap tarafında mı olduğunu bilemeyen! Sulama randımanı, su bütçesi ve bitki su tüketimini kulaktan duymuş “kerameti kendinden menkul”, isimlerinin önüne başka alanlardan aldıkları profesör, doçent ve doktor unvanları ile kendilerini her konuda uzman sanan ve her konuda konuşmayı da hakları olarak gören “masa başı kahramanları(!)” nedir sizlerden çektiğimiz?

Amerika, İngiltere vb. kapitalist ülkelerde bambaşka alanlarda yüksek lisans veya doktora yapıp, Türkçe konuşmalarınızın arasına arada İngilizce kelimeler sıkıştırarak tarımsal her konuya “maydanoz olmak” zorunda mısınız?

Uzmanı dahi olmadığınız konularda sırf gündemde olmak için her konu hakkında bilgi sahibi olmadan fikirlerinizi beyan etmek zorunda mısınız?

Ülke tarımının yakasını bırakın artık! Nedir sizlerden çektiğimiz?

MUTSUZ İNEK SÜT VERMEZ!

“Düşünmek ruhun kendi kendisiyle konuşmasıdır.” demiş Farabi. Uzun konuşanı kısa dinlemek lazım diye… İnsan kendi ruhuna ağır gelecek kadar uzun konuşmalar yapmamalı, yazılar yazmamalı, liyakatsiz atamalar yapmamalı…

Günümüz insanlarında; “ehliyet, liyakat, adalet ve ahlak” ilkeleri ne çağrışım yapıyor? “Allah mutlak surette emaneti/işi/yetkiyi ehline vermenizi emreder.” (Nisa, 4/58) Bu ayeti okurken ne gibi çıkarımlarda bulunabiliyoruz? Eski bir Türk atasözü: “Adalet göğün direğidir, yıkılırsa gökyüzü yerinde duramaz” Hem bu soruları sormak hem de bu ayeti ve Türk sözünü hatırlatmak istedim yetki ve mevki sahiplerine…

Atamalarda “ehliyet, liyakat, adalet ve ahlak” ilkelerini mutlaka göz önünde bulundurmak, namaz gibi, oruç gibi bir emirdir; “işi ehline vermek, yetkiyi hak edene devretmek!”

Dolayısıyla “ehliyet, liyakat, adalet ve ahlak” kavramları göz önüne alındığında sizce “ülkemizde yapılan üst düzey kamu atamalarında liyakata dikkat ediliyor mu, edilmiyor mu?”

“Ülkemiz tarımının idaresinde yapılan üst düzey atamalarda liyakata dikkat ediliyor mu, edilmiyor mu?”

Kamu yönetiminde liyakatin yerini âdeta “işportacı yönetici” tarzının aldığını her fırsatta belirtmeye gayret edenlerdenim. Bir yandan liyakatsiz atamalar günümüzün devlet yapısını kemiren hastalık hâline gelirken diğer yandan herkesin ısrarla liyakat demesine rağmen bu ilkenin niçin bu kadar yerlerde süründüğünün de ayrıca analizinin yapılması gerekli ve şarttır.

Özellikle “işportacı yönetici” atamalarıyla yönetimde liyakat giderek büyük darbe almaya başlamıştır. Bir kurumun başına getirdiğiniz liyakatli bir yönetici kurumu zirveye taşırken, liyakatsiz bir yönetici ise oluşan birikimi yerle bir edebilmektedir. Maalesef bu tür yöneticilerin gerek Tarım Bakanlığında gerekse diğer bakanlıklarda arttığını üzülerek gözlemliyoruz. İşte burada sorulması gereken en temel soru, “atama yapılan kurum benim işletmem olsaydı hatıra binaen bu atamayı yapar mıydım?” Ya da “böyle bir atama büyük şirketlerde, holdinglerde olsaydı sonucu nasıl olurdu?” Öncelikle sorumluluk sahibi her kişinin kendine bu soruyu sorması gerekiyor.

Ey yetki sahipleri! Kendi şirketinize, iş yerinize istediğinizi atayabilir, istediğiniz karakteri tercih edebilirsiniz zira bunun sonucu sizi bağlar… Ama kamusal mevki ve makamlara atama yaparken sonucu çiftçi-üretici, tüketici ve tüm halkı bağlayacağı için ehliyet ve liyakata öncelik vermeli ve yapılan atamalarda objektif davranmalısınız… Değilse atamanızdan etkilenen herkesin sizden alacağı hakkı olacaktır… Özetle “Makamı doldurmak için, incir çekirdeğine eziyet etmeye gerek yoktur”.

Son Söz: Türk milliyetçileri-Ülkücüler olarak yaşanan sorunların farkındayız! Geçmişte olduğu gibi her zaman; siyaha “siyah”, beyaza “beyaz” demek/diyebilmek gayreti içinde her zaman olacağız. Yani doğruya “doğru” diyeceğiz, yanlışa “yanlış” diyeceğiz... BU KADAR BASİT!

Bu millet, bu vatan, bu toprak ve bu bayrak bizim diyorsanız; çağrım size…

Sağlıcakla kalın.