8 yılı geride bırakan Suriye iç savasında bir örgüt ya da bir bölge belli dönemlerde öne çıktı. Yakın zamana kadar DAEŞ/IŞİD en çok konuşulan örgütken artık Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) en sık duyulan isim hâlini aldı. Bir dönem Rakka gündemde en büyük yeri işgal ederken, şimdi sıra Mart 2015'te muhaliflerin kontrolüne geçen İdlib’e gelmiş görünüyor.

İdlib, Esad rejiminin en yoğun hedef aldığı bölgelerin başında geliyordu. İnsanî krizin büyümesi ve Türkiye sınırında olması, Türkiye’ye yeni bir göç dalgasının başlaması ihtimalini gündeme getirmişti. Türkiye, Rusya ve İran’ın Mayıs 2017'de gerçekleştirdiği Astana zirvesinde İdlib, ‘Gerginliği Azaltma Bölgeleri’nden biri olarak belirlenmişti. Ancak Esad rejimi ateşkesi sık sık ihlal etti ve İdlib bir türlü çatışmasızlık bölgesi niteliğini kazanamadı.

Bunun üzerine Türkiye ve Rusya Eylül 2018'de Soçi'de liderler seviyesinde tekrar bir araya gelerek yeni bir mutabakata imza attı. Bu mutabakat, Suriye ordusunun İdlib’e yönelik kapsamlı bir operasyon başlatmasına engel oldu ve İdlib’te yaşanan dramın sona erebileceğine dair umutları artırdı. Ne var ki İdlib’i geri alma hedefinden vazgeçmeyen rejimin tacizleri devam etti ve Soçi Mutabakatı ile yeşeren umutlar çabuk söndü. İdlib’in güvenliğini sağlamaya yönelik Türkiye öncülüğünde Rusya ile varılan uzlaşı, silahsız bölgenin oluşturulması ve rejimin saldırılarını durdurması gibi hususlarda tam olarak uygulama sağlanmadığı için etkisiz kaldı.

Kısa bir süre için de olsa Soçi mutabakatıyla İdlib’te rahatlama yaşandı ancak son iki ayda yaşanan gelişmeler, İdlib’te durumun giderek zorlaştığını gösteriyor. HTŞ'nin alan kazanmasını bahane eden Esad rejimi, Nisan ayında bölgeye yönelik bombardımanı yoğunlaştırdı ve geniş çaplı bir operasyona başladı. Rusya ve İran'ın desteğini alan Esad, 25 Nisan’dan bu yana 100 kilometre karelik bir alanı kontrolü altına alırken, yüzlerce sivilin ölümüne ve yüz binlercesinin zorla göç etmesine sebep oldu.

Halen HTŞ’nin İdlib’te büyük ölçüde varlığını sürdürdüğü ve alanda hâkim olduğu biliniyor. Terör örgütü olarak kabul edilen HTŞ ile mücadele edilmesinin de meşru bir hak olduğuna da kimse itiraz etmiyor. İdlib üzerindeki tartışmalar, rejimin sivil-terörist ayrımı gözetmeden orantısız güç kullanmasından ve insancıl hukuku hiçe saymasından kaynaklanıyor. Bu durum Suriye rejimi ile Türkiye’nin arasındaki temel bir farkı da ortaya çıkarıyor.

Türkiye’nin terör örgütlerine yönelik Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarında gösterdiği hassasiyetin Esad rejimi tarafından zerre kadar gözetilmemesi, İdlib’te insanî krize ve trajedilere yol açıyor. Türkiye’nin operasyonları terörün sona erdirilmesi, yerel halkın yerleşim yerlerine geri dönmesinin sağlanması ve güvenlik ve asayişin tesis edilmesi gibi kazanımları sayesinde savaşın sona erdirilmesine yönelik önemli adımlardı. Esad rejiminin operasyonları ise tam da bunun tersine savaşı daha da derinleştiren bir nitelik taşıyor.

Türkiye komşu ülkedeki krizi çözmek adına büyük riskler alıp sorumluluk üstlenirken, Esad kendi halkını düşünmeden sırf rejimin ayakta kalması için yakıp yıkmaya devam ediyor. Kısacası, Türkiye’nin Suriye’de barış için Esad rejiminden daha fazla katkı sunduğunu söylemek yanlış olmaz. Suriye hükümeti “terörle mücadele” söyleminde inandırıcı olmak ve gerçekten başarılı olmak istiyorsa Türkiye’yi kendine örnek alması isabetli olacaktır. Ayrıca, Esad rejiminin Türkiye’ye karşı durmakla ülkesindeki krizi çözüme kavuşturamayacağını bilakis Türkiye’nin çözüm için kilit rol oynadığını artık anlaması gerekiyor.