Epeydir gündeme gelmiyor olsa da unutulduğu sanılmasın: Cemal Kaşıkçı suikastı, ABD ile Suudi Arabistan arasındaki kirli ilişkileri ifşa etmişti. ABD Başkanı Trump ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman arasında akçeli ilişkiler olduğu, bu yüzden de ABD ve dünya kamuoyunda Suudi Arabistan karşıtı yükselen algıya rağmen, Trump’ın Kaşıkçı cinayetinin üzerine gidemediği hâlâ aklımızda. Tüm dünyadan ve ABD Kongresinden Riyad’a karşı yaptırım çağrıları yükseldiğinde, Trump’ın “üç maymunu” oynadığı da unutulacak gibi değil. Son günlerde, Trump-Selman arasındaki sıcak ilişkilerin bir yeni yansımasına şehadet ediyoruz.

ABD, Orta Doğu politikası ve bölgeye yönelik yeni planları kapsamında, İsrail ile Suudi Arabistan’ın ortaklığında İran karşıtı bir kamp oluşturmak niyetinde. Bu, ABD’nin İran’ı hedef alan açıklamalarının yanı sıra, Telaviv-Riyad ilişkilerindeki samimi havanın artmasından da kendini belli ediyor. ABD, İran karşıtlarını Riyad’ın etrafında bir arada tutmak isterken, Suudi Arabistan’a silah satışı gibi ticaret kanallarından da nemalanmanın derdinde.

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin ticari ayağında daha önceleri hisse satışı ile gündeme gelen Aramco, bu sefer başka bir sebeple gündemi şekillendiriyor.  Aramco’nun hisselerinin yüzde beşinin 100 milyar dolar karşılığında satışı ve bunun bir şekilde Trump ailesi ile ilişkili olduğu konuşulmuştu. Özellikle damat Kushner’in bu alışverişte rol oynadığı iddia edilmişti. Bu konu rafa kalkmış gibi görünse de son günlerde Aramco’ya ait tesislere yönelik saldırılar, ABD-Suudi iş birliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

ABD ve avenesi, Aramco’ya ait petrol tesislerine düzenlenen İHA saldırılarının İran tarafından yapıldığına kesin gözü ile bakıyor. Oysa 14 Eylül'de petrol devi Aramco’nun rafinelerine insansız hava araçlarıyla yapılan saldırıları, Yemen’deki Şii Husiler üstlenmişti. Buna rağmen Suudi Arabistan daha önce de yaptığı gibi olaydan İran'ı sorumlu tuttu. Suudi Savunma Bakanlığı Sözcüsü bir basın toplantısında “Saldırı kuzeyden düzenlendi ve şüphesiz İran tarafından desteklendi.” diyerek, saldırının İran’dan başka bir yerden gelmiş olamayacağını ilan etti.

Buna ABD’nin desteği hiç gecikmedi. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, açık bir dille Tahran yönetimini suçladı. Hatta, Suudi Arabistan'ın bir "İran saldırısı" ile vurulduğunu iddia eden Pompeo, bu saldırının bir "savaş eylemi" olduğunu savundu. İran'a yönelik yaptırımları tekrar devreye sokan ABD Başkanı Trump, saldırıya karşılık vermeye odaklandıklarını ve silahlı müdahale dahil tüm ihtimallerin gündemde olduğunu belirtti. ABD’nin görüşüne bir destek de İngiltere’den geldi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, saldırıların ardında İran’ın olduğundan şüphelerinin olmadığını ifade etti. İran ise kesin bir dille reddediyor ama kimin umurunda?

Saldırılar sonrasında, ABD, Trump’ın Orta Doğu planını ikmal etmek için uygun bir gerekçeye kavuşmuş oldu. Nitekim ABD, Aramco’nun tesislerine düzenlenen hava saldırılarını gerekçe göstererek Suudi Arabistan'ın hava savunma gücünü takviye etmek amacıyla ülkeye asker gönderme kararı aldı. Bu karar ise, İran’ı çevrelemek için bölgede yeni bir yapı kurmaya kararlı görünen Trump’ın bölgeyi şekillendirmek için fırsat kolladığı izlenimini güçlendirdi.

İran yapmış olsun ya da olmasın, Tahran’ın saldırıların sorumlusu olarak ilan edilmesi ve tüm itirazına rağmen  olaydan sorumlu tutulması, “Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğu” iddialarını hatırlattı. Velhasıl, Orta Doğu’da suların ısınması için bir sebep daha yaratılmış oldu.