Hafta sonu Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanlığı’nın Türkiye Siber Güvenlik Kümelenmesi Sektör Zirvesi’ne katıldım. Siber Güvenlik Kümelenmesi bundan 1.5 yıl önce devlet öncülüğünde oluşturulan bir sivil toplum kuruluşu. “Sivil toplum ve devlet öncülüğü nedir?” demeyin. “Üç kişi bir araya gelirse örgüt olur” anlayışından, “hadi bir araya gelin” anlayışına geçildiğinin en önemli örneklerinden olan bu kümelenme; başta kümeden sorumlu görevli başkanlık personeli, bununla beraber de küme içerisindeki aktif sektör temsilcileri sayesinde, bu sürede herhangi yeni kurulmuş sivil toplum kuruluşundan beklenmeyecek bir ivme ile, onlarca aktivite gerçekleştirdi. Elbette tüm faaliyetler kıymetli, ancak ben bu aktivitelerden Türkiye’nin dört bir yanında gönüllü eğitmenlerle verilen eğitimleri ve üniversitelerdeki çalışmaları yine ayrı bir yere koyuyorum.

Siber güvenlik çok teknik bir çalışma gibi görünse de aslında konvansiyonel milli güvenlik faaliyetleri ve bunun sonucundaki beka beklentisinden ayrı bir şey değildir. Bir kavramı, belki de Türkiye’de ilk defa, önünüze getirmek istiyorum: “Dijital Vatan”. Nasıl kara sınırlarımız ile tanımlanmış bir vatan tanımı  yetmiyor, artık “mavi vatan” tanımı ile karasuları ve bunun da ötesinde kıta sahanlıklarını kapsayan sınırlar oluşuyorsa, “dijital vatan” da farklı bir boyutta 0 ve 1’lerin dünyasında tanımlı ve bize ait olması gereken bir alanı ifade ediyor. Bu sınırları tanımlamalı, ilan etmeli ve korumalıyız. İşte, siber güvenlik ise dijital vatanın olmazsa olmazı. Bugün, bu dijital vatanın güvenliğinde kullanılan sistemlerin yüzde 95’ten fazlasının ABD ve İsrail sistem ve bilgisine emanet edildiğini not edelim, büyük bir not!

Eğer siber güvenliği sadece teknik bir hadise ya da bir pazar olarak görürseniz bu cümleyi okuduğunuzdaki şoku gelecekte de yaşamaya devam edersiniz. Ama siber güvenliği dijital vatanın askeri, tankı, tüfeği olarak görebilirseniz o zaman olayın ne vahim boyutta olduğunu anlarsınız. Yıllardır gaflet, delalet veya ihanet içinde olanlarca çözülüyormuş gibi yapılıp da ipe un serilen, ağızlara birer parmak bal çalınan bu konuyu çözmek için, SSB‘nin çabalarının son ve ciddi çalışmalar olduğunu görmek gerekiyor.

2019’da görev tanımındaki belirsizlikleri ortadan kaldıran kararname gereği, siber güvenlik çalışmalarının koordinasyonu Dijital Dönüşüm Ofisi’ne verilmiş durumda. Bugün bu çalışmaları koordine eden ve hatta ilgili mevzuat gereği büyük boşluk dolduracak kıymetli bir rehber hazırlayan DDO’ya da şunu hatırlatmadan geçmeyelim: Büyük başarılar sancısız olmayacaktır. Yıllardır alınamayan yollar, ancak devrimsel ve biraz bacaklarımızı acıtabilecek büyük adımlarla alınabilir. Bal gerçekten tatlıdır, un da bağımlılık yapar. Artık, şeker ve unu, üç beyazın ikisini, kenara koyalım. Bu seferlik yemek biraz acı, biraz da tuzlu olsun, kabul edelim. Artık, “ağzımız yanmasın, bir süre daha ballı yabancı ürünler kullanmak zorundayız” demeyelim. Artık, bu yıllara gelmeden önceki bahanelerden, “ama AB uyum yasası, ama Gümrük Birliği, ama Dünya Ticaret Örgütü elimizi bağlıyor” demeyelim. Artık, “yerlisi yok mecburen acilen yabancı alıyoruz” demeyelim ki önümüze bir yıl içinde yerlisi gelsin. Artık, bundan önce defalarca çıkıp da fiili fayda oluşturamayan başbakanlık genelgeleri gibi “niyet belirten” mevzuatlarla bir yere gidilemediğini görelim.

Bu arada DDO’nun “yerli ve milli yetmez, artık uluslararası pazarda güç gösterecek ürün ve şirketler olsun” yaklaşımını da hep gözden kaçan bir noktayı ele alması anlamında çok kıymetli görüyorum. Belki hatırlarsınız, ben “yerli ve milli” yerine “yerli ama milli” demeyi tercih eder, “milli”yi yerliden daha önemli olarak vurgularım. Şimdi ise “yerli ama milli, milli ama uluslararası” diyelim. Bize hem yabancının parası lazım, hem de yabancının kabul edeceği kalite. Bu tüm üretim alanlarında önemli bir düstur olarak yer almalıdır.

Bundan sonraki yazımda “dijital vatan” tanımının altını biraz daha doldurmaya çalışacağım.