Siyasete girdikten sonra zenginleşenler ile zenginleştiği halde ısrarla siyasete girmek isteyenler bende daima soru işareti bırakmıştır. Siyaset nasıl olur da zenginleşme aracı olarak görülür? Siyaset maddi olarak bir şeyin alınıp satılmadığı, ticaret boyutunun olmadığı, halka hizmetin bir aracı iken nasıl olur da kişilerin zenginleştiği bir kurum haline gelir?

Diğer bir konu ise zengin olarak tabir edilecek bir servete sahip olanların ısrarla siyaset yapma arzusu taşımasıdır. İş adamı olan birinin onca servete rağmen iş kolunu değiştirme isteğinin altında yatan neden nedir? Siyaset, millete hizmet etmenin yüzlerce yolundan sadece biridir. Büyük bir servete sahip olanlar, siyasetin stresli ve bir o kadar da şiddetli rüzgârına kapılmadan insanlığa çok daha fazla hizmet etme imkânı varken neden ısrarla siyaseti tercih ederler. Mesele sosyal statü kazanmak ya da insanlara faydalı olmak ise bunu ticaret yaparak da pek tabii elde edebilirler. Tabi asıl gaye buysa…

Zenginler siyasete giremez mi? Onların insanlara hizmet etme aracı olarak siyaseti bir yol olarak görmeleri yasak mıdır? Elbette herkes gibi onların da siyaset yapma ve bu yolla millete hizmet etme hakkı vardır. Ancak hiçbir zenginin siyasete girdikten sonra daha fazla zenginleşmeye hakkı yoktur. Çünkü siyaset ticaret yapılan bir yer değildir. Aktif siyasete girdikten sonra mal varlığı azalan birçok dürüst siyasetçi vardır… Sorun da zaten buradadır. Bir siyasetçinin mal varlığı azalırken bir başkasının mal varlığı neden ve niye sürekli artış gösterir?

Peki, zengin diyebileceğimiz kişilerin siyasetten sonra daha da zenginleşmesi suç mudur? Siyasetçi aynı zamanda bir kamu görevlisidir. Bir nevi memurdur. Onu seçimle işbaşına getirenlerin memuru… Amir olan da aslolan da millettir. Bir kamu görevlisi de görev başındayken ticaret yapamaz. O halde mal varlığı da artamaz.

Bugünlerde mal varlığını açıklayan siyasetçileri görüyoruz. Ortalama bir siyasetçinin çok üzerindeki servetleriyle dikkat çekiyorlar. Onlar bunun adına “şeffaflık” diyor. Ben ise “görgüsüzlük” diyorum. Bir insan elbette zengin olabilir ama bu zenginlik onları halktan koparıp fakirin sofrasına göz diker hale getiriyorsa bunun adı şeffaflık kılıfıyla yapılan yağmacılıktır.

Okurken bile dakikalarınızı alan mal varlığı ile “şeffaflık” taslayan siyasetçilerin mal varlığı neden hiç azalmaz? Onları neden kendi cebinden dağıtırken, paylaşırken, bölüşürken görmeyiz? Milletin cebindeki parayı millete dağıtırken bile cömert davranmayan, her fırsatta “sosyal yardım” propagandasıyla kendi cebinden dağıtıyormuş gibi bonkörlük taslayan, verdiği 3 kuruşu 3 milyon gibi anlatanlar kime ne anlatıyorlar!

“Siyasetçi sürünsün, yokluk içinde kıvransın, bir parça ekmeğe muhtaç olsun” demiyorum. Ama insanlara hizmet etmeye, üretmeye gelince kaplumbağa hızıyla, servet edinmeye gelince de tazı gibi olmasınlar diyorum.

Bizim telaffuz etmeye zorlandığımız rakamları bir kalemde sorgusuz sualsiz ihale edenler, harcadığı paranın hesabını veremeyenler, milletin alnının terini cebinden çıkardığı lüks restoranın faturasıyla silenler size diyorum!

Makamlarında içi döviz dolu çanta bulunanlar, balya balya paraları çantalara doldururken kameralara yakalananlar, yönettikleri kurumların kayıp paralarının hesabını veremeyenler, vergi kaçıranlar, 3 liralık ürünü 300 liraya ihale edenler…

Hala, “kime söylüyor acaba?” diye şaşkın gözlerle etrafına bakınıp durma. Sana diyorum!

Masanın altından Ekrem beyi uyarıp durma! Şimdi yavaş yavaş uza…