Birkaç haftada bir sosyal medyada “Türkiye bir mühendis kaybetti, Hollanda bir mühendis kazandı” ya da “Türkiye bir doktor kaybetti, Almanya bir doktor kazandı” diye kendilerini afişe edenleri görüyoruz. Sosyal medya, maalesef bu örneklerdeki gibi çeşitli sosyolojik vakaları görmemize de yol açıyor. Halbuki, bunların varlığını görmeden daha mutlu ve umutlu yaşıyorduk.

Gidenlerin azınlık bir kısmında durum bu iken gelenlerde böyle bir şey yok ya da haber olmuyor. Örneğin, benim ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği’nde beraber mezun olduğum bölüm arkadaşlarımın belki dörtte biri yüksek öğrenim ya da çalışma için yurtdışına gitti. Aradan 20 yıl geçti, bugün bakıyorum, yurtdışına giden arkadaşlarımın %80’i geri döndüler. Arkadaşlarımın hiçbirisinin ne giderken “Türkiye bir mühendis kaybetti” dediğini ne de dönerken “Amerika bir mühendis kaybetti, Türkiye bir mühendis kazandı” dediğini duymadım.

Mezunlarımızın yurtdışında kolayca iş bulabilmesi, Türkiye‘nin eğitim sisteminin gücünü işaret ettiği kadar, Türk beyinlerin kapasitesini, Atatürk’ün işaret ettiği Türk çalışkanlığını da göstermektedir.

Bu kendi gidişini afişe edenler konusu ise bir sosyolojik sorunsal olarak önümüzde duruyor. Bulunduğu konuma ve ortama nefret, bulunduğu ülkeyi aşağıda görme, dolayısıyla gittiği ülkeyi yukarıda görme, kendini de giden/gelen bir malzeme yerine koyma, mümkünse daha çok insanı çekerek azınlıktan kendini kurtarma çabası anlamlarına da gelen bu afişe etme durumu bu şahısların özelinde, yani şahsi bir durum.

Diğer yandan bu haberlerin trol orduları tarafından da pompalandığını belirtmek gerekiyor. Nerede negatif bir şey varsa öne çıkarıldığı, bardağın boş kısmının gösterilerek umutsuzluğun yayılmaya çalışıldığı bir dönem.

Buna rağmen birçok insan da Türkiye’ye kesin dönüş yapıyor, birçok mühendis- doktor üniversitelerden yetişiyor. Bunları söyleyen ise pek az.

Bir de yurtdışına sessizce yani afişe etmeden giden ya da fiziken gitmeden uzaktan çalışanlar konusu var. Bunlara elbette “Türkiye dünyaya bir mühendis kazandırdı” ya da “yurtdışını görüp deneyim kazansınlar” şeklinde “polyannacılık” ile bakabiliriz. Ancak şunu unutmayalım, bu kişiler bugün Türkiye’de yapılan üretimin bir rakibi için çalışıyor olacaklar. Bugün ve yarın ülke için önemli güçlerdir, ülke için doğal kaynaklardan daha önemli insan kaynaklarıdır. Bu nedenle yurtdışına gidişin engellenmesi için politikalar gereklidir.

Serbest piyasa ekonomisi içinde piyasalar elbette kendisini dengeleyecek ve yeteneklerin yurtdışına kaptırılmaması için gerekeni sunacaktır, sunmalıdır.

Bugün gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda ücretli ve oldukça da pahalı eğitim sistemleri uygulanmaktadır. Ülkemizde ise devlet tarafından neredeyse tamamen üstlenilmiş, cüzi bir okul harcı ile yürütülen bir model vardır. Devlet tarafından vatandaşlarının eğitimine yapılan büyük bir yatırım söz konusudur. Devlet de yatırımının karşılığını isteyebilir. Askerlik ya da vergi vermek gibi yükümlülük değil midir neredeyse bedava okuduğun okullardaki eğitimin karşılığını vermek? Belki de artık “oldukça esnek tasarlanmış” bir mecburi hizmet döneminin tüm üniversite mezunları için tartışılmaya başlanmasının vakti gelmiştir?