Türkiye ABD arasındaki ilişkilerin dengesinin değiştiği herkes tarafından görülüyor. Eski dönemlerde olduğu gibi her talebe “evet” diyen Türkiye mazide kaldı. Artık Türkiye, ABD ile yaşanan sıkıntılı durumlarda bile rahatlıkla kendi çıkarlarını savunma konusunda ABD’ye karşı hiç olmadığı kadar sıkı direnç gösterebiliyor. Mesela ABD Türk bakanlara yaptırım uygulamaya kalktığında mütekabiliyet uyarınca aynıyla karşılık veriliyor ya da ABD Türk mallarına uygulanan gümrük vergilerini artırdığında Türkiye de Amerikan mallarına uygulanan vergileri artırabiliyor. Bu durum, ABD ile Türkiye arasında “amir-memur ilişkisi” değil “iki eşit ülke arasında karşılıklı ilişki” yaşanması gerektiğinin ilanı niteliğinde. Ancak, ABD’nin amirlik pozisyonundan indirilmesi kolay olmayacak.

ABD’nin kendi inisiyatifini ve çıkarlarını önceleyen ve yeri geldiğinde ABD karşısında tavır alıp ABD’nin muhalifleri veya rakipleri ile birlikte hareket edebilen bir Türkiye görmesi, ABD’nin sinir uçlarına dokunmaya başladı. Hemen hemen her gün ABD’li bir yetkilinin Türkiye’nin F35’ten dışlanması veya S400 silah sistemlerini alması halinde cezalandırılacağını iddia etmesi gibi gelişmelerin yaşanması ABD’nin iki ülke arasında değişen dengeye alışmakta zorlandığını gösteriyor.

Bu süreçte, ABD’li gazeteci, akademisyen ve analistler de yazdıkları yazılarla ABD yönetimini Türkiye aleyhine daha sert davranmaya teşvik ediyor. Bunu yapanlardan bazıları, hiç çekinmeden Türkiye’nin “cezalandırılmasını” talep ediyorlar. Aba altından sopa göstermeye cüret edenlere Alman Marshall Fonu’nun Başkan Yardımcısı Ian Lesser de eklendi. Lesser, geçtiğimiz gün verdiği bir demeçte “ABD yönetiminde, basınında, Pentagon’da, siyasi analistler arasında Türkiye konusundaki algı çok derinden sarsıldı. Bugünlerde ABD’de Türkiye’nin pek de dostu olduğu söylenemez.” diyerek Türkiye aleyhtarı algının güçlendiğini kabul ediyor.

“Her 24 Nisan’da olduğu gibi gözler yine ABD Başkanı’nın yapacağı açıklamaya çevrilmiş durumda. Gerilim arttığı bir dönemde, Washington politika değişikliğine gidip, bu kez soykırım tanımını kullanır mı?” sorusuna cevap veren Lesser “Geçmişte de soykırım tanımının benimsenmesi eğilimi oldu ancak hep yönetimler stratejik gerekçelerle son anda bundan kaçındı. Ancak artık denklem değişiyor ve sonucun bu sefer farklı olması benim için bir sürpriz olmaz.” derken hem artık dengelerin değiştiğini ikrar ediyor hem de bunun ABD nezdinde yarattığı rahatsızlığı ifşa ediyor. Bu değişimi geri çevirmek için de Türkiye’yi “soykırımın tanınması” için tehdit etmekten de geri durmuyor.

Lesser, benzer bir tavrı, Türkiye’nin İran’la ilişkileri hakkında da gündeme getiriyor. “Trump yönetimi, İran konusunda çok kararlı görünüyor. İran ile iş yapmaya devam etmenin riskleri çok yüksek. Amerikan yönetimi, İran ile iş yaptığı için Türkiye’yi cezalandırmakta tereddüt etmeyecektir.” diyen Lesser, âdeta ABD’nin elinde F35 projesinin yanısıra Türkiye’ye karşı kullanabileceği daha birçok koz olduğunu ima ediyor.

ABD’nin Türkiye’yi zorlayacak hamleleri elbette olabilir. Ancak ABD’nin, böyle bir hamle attığı zaman Türkiye’nin de buna aynen karşılık verecek iradede ve güçte olduğunu anlaması ve kabullenmesi gerekir. Örneğin Türkiye, F35 alımında bir sorun yaşaması halinde, Patriot alamadığı için S400 aldığı gibi ABD haricinde bir ülkeden F35’lerin işlevini görecek başka bir savaş uçağının satın alınması yoluna gidebilir. Bu Türkiye’nin meşru bir hakkı olduğu gibi millî güvenliğinin ve bekasının temini adına menfaatlerinin de bir gereğidir. Bu çerçevede ABD’den gelen tehditkâr açıklamalara çok da itibar edilmemelidir.