Maalesef ki ülkemizdeki mevcut muhalefet, iktidara “sen önce bunu demiştin, şimdi bunu diyorsun” demenin ötesine geçemeyecek kadar sığ. “Kaşıkçı’nın katillerinden hesap soracaktın, şimdi de onu misafir ediyorsun” mealindeki açıklamalar da bu sığlığın yeni bir tezahürü. Muhalefete bakarsanız sanki Kaşıkçı’nın canice öldürüldüğü unutulmuş, sanki katiller affedilmiş, sanki bu eylem meşru kabul edilmiş sanırsınız. Oysa failler ülkesinde idam cezasına çarptırılmış, Kaşıkçı’nın oğulları tarafından katillerin affedilmesi üzerine de idam cezaları 20 yıl hapis cezasına çevrilmiş durumda.

Yine bizdeki muhalefet, iki ülke ilişkilerinin işlenen bir suça mahkûm edilebileceğini düşünecek kadar diplomasi cahili. Bu mantıkla bakarsanız, Nazi yönetiminde milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan Almanya’nın dünyadan tecrit edilmesi gerekmez miydi? Ancak Almanya, Dünya Savaşının ertesinde kurulan AB’nin başat gücü konumunda ve karşı cephede savaştıklarıyla ittifak içinde. Hatta bir biriyle savaşmış olan Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırı kaldırmış, AB kurumlarına yetki devretmiş ve “tek Avrupa” yolunda epey adım atmış durumda. Suudi veliahdının ziyaretini eleştirmeye kalkanlar, AB’nin bu durumunu nasıl açıklıyorlar acaba?

Türkiye’nin çevresinde yaşanan siyasi/askeri gelişmeler ve dünya siyasetinde değişen dengeler dikkate alındığında, Türkiye’nin hiçbir ülkeyi ebediyen gözden çıkarmaması gerekiyor. Küresel çapta enerji ve gıda krizinden, enflasyon ve ekonomik sıkıntılardan dert yanılırken, diplomasiye ve sorunların ihtilafına duyulan ihtiyaç had safhaya ulaşmışken, Türkiye’nin Suudi Arabistan’la normalleşmesi makul değil mi? Türkiye’nin Ermenistan’la normalleşme süreci yürüttüğü bir dönemde, Ukrayna savaşı, enerji krizi, Çin ve Rusya ile ilişkileri çerçevesinde jeopolitik önemi artan Suudi Arabistan’ı yok saymak ne kadar mümkün ve mantıklı?

Üstelik Suudi Veliaht Prensinin ziyaretini eleştirenler, ülkesini ateşe atan, milyonlarca insanın göç etmesine sebep olan, yüzbinlerce vatandaşını katleden Esed diktatörü ile normalleşelim diyenler değil mi? Esed ile oturup konuşalım diyenlerin Veliaht Prens söz konusu olunca demokrasiden ve insan haklarından dem vurması tam bir garabet değil mi? Madem Esed ile bile görüşebiliyorlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Prens Selman ile görüşmesi bu güruhu niye rahatsız ediyor? Üstelik ABD yönetimi dahi Kaşıkçı’nın öldürülmesi üzerine kötüleşen ilişkileri yeniden tesis etmeye hazır olduğunu yakın zamanda Riyad’a iletti. Hatta Suudi Arabistan yönetimi hakkında seçim döneminde ağır eleştiriler dile getiren Başkan Biden, Temmuz ayında Suudi Arabistan’ı ziyaret edecek ve büyük ihtimalle Veliaht Prens ile yan yana geçip kameralara poz verecek. ABD Başkanı dahi Çin ile stratejik ilişkilerini derinleştiren ve dünya enerji arzı için önemli bir aktör olan Suudi Arabistan’la ilişkileri normalleştirmek için adımlar atarken, geçen Nisan ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Riyad’da misafir eden Prens Selman’ın Ankara’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmesinde garip olan bir şey yok.

Dış politikayı inatla yürütmek mümkün değil. Milli çıkarlar gerektirdiğinde hasımlarla dahi masaya oturmak, diplomasinin doğasında var. Aksi halde dünya siyaseti şimdikinden çok farklı bir yerde olurdu. Eğer görüş ve politika farklılığı müzakere ve uzlaşıya engel olsa, hangi savaştan sonra barış gelirdi? Savaşların barışla noktalanabildiği bir dünyada, hükümetler arasında ilelebet sürecek bir dargınlık, küskünlük olabilir mi? Hal böyleyken, Suudi Arabistan’ın ülkemizi ziyareti hakkında tezvirat yapmak yerine, bu görüşmelerden ülkemiz adına hayırlı gelişmeler dilemek en doğrusu. Görüşmelerden sonra varılacak mutabakatlar ve imzalanacak anlaşmalar, iç siyasette kazanılacak/ kaybedilecek oylar üzerinden değerlendirilmeyecek kadar önemli.