Ekonomik büyüme, her gelişmişlik düzeyindeki ülke için önem arz etmektedir. Teknolojik gelişmeler; tarım, sanayi, siyasi, toplumsal ve ekonomik dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. “Günümüzde her şey baş döndürücü bir hızla gelişmektedir.” Teknik olanaklar insan ve toplumların yaşamında büyük değişiklikler meydana getirmiştir ve bu değişimin ivmesi giderek artmaktadır.

Yirmi yıl öncesinin gözde ve hızlı iletişim aracı “ev telefonu” bugün artık neredeyse tamamen terk edilmiştir. “Faks cihazları” yerini hızlı bir şekilde “internet”e terk etmektedir. “Nano teknoloji”nin sağladığı olanaklarla kütüphane dolusu kitaplar, toplu iğne başı büyüklüğündeki bir hacme sığdırılabilmektedir.

Diğer taraftan dünya nüfusu hızlı bir şekilde artmaktadır. “Nüfus artışı zaten mevcut olan işsizliğin daha da artmasını körüklemektedir.” Mevcut işsizliği azaltmanın yanında artan nüfusa yeni istihdam sahaları bulmak, ülkelerin değişmeyen gündem maddelerinden biri olmuştur.

Pandemi sürecinde iş gücü yönünden durma durumunda olan ve iş gücü talebi oransal olarak giderek azalan turizm, sanayi ve inşaat sektörlerinde daha fazla istihdam sağlama olanağı olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla “insanlar 16 aylık süreçte işsizliğe çözüm bulmanın yollarını diğer sektörlerde aramak durumunda kalmışlardır.” En fazla istihdam yaratma olanağına sahip sektörler tarım, gıda ve tarıma dayalı sanayi sektörü olmuştur.

Ülkemizde tarım ve tarıma dayalı sanayi sektöründe uygulanan kalkınma plan ve programlarımızın hemen hepsinde hedefleyeceğimiz konular arasında çoğunlukla işsizliğin azaltılması, ülke ekonomisinin dışa bağımlılığının ortadan kaldırılması veya hiç değilse azaltılması, toplumu oluşturan kesimler ve bölgeler arasında gelir dağılımındaki dengesizliğin giderilmesi gibi konular olmalıdır. Bunların gerçekleşmesi doğrudan veya dolaylı olarak tarım ve tarıma dayalı sanayi ile ilgilidir.

Büyümekte ve kalkınmakta olan ekonomilerde yatırım malları ve ara mal ihtiyacı genel olarak ithalat yoluyla karşılanmaktadır. (Tarımda özellikle buğday ithalatından çok söz edilir. Bu ithalatlar aslında makarna ve un içindir. Buğday unu ihracatında dünyada birinci sırada, makarna ihracatında ise dünyada ikinci sıradayız.) Ekonominin yaşaması için zorunlu olan petrol, enerji vs. ithalatlarla tüketim malları ithalatı da eklendiğinde ithalat hacmi büyümektedir.

Bu durumda ithalatı karşılayacak miktarda ihracat yapma olanağı bulamayan ülkelerde meydana gelen cari açığın dış yardım ve kredilerle karşılanması kaçınılmazdır. Sonra IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan sağlanan kredilerle ülkeler her yıl önemli miktarda faiz ödemektedirler. “Ekonominin hem dışa bağımlı olmaktan hem de IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan kurtulmasının yolu, bir yandan ithal ikâmesi programları geliştirmek, yani ithal malı ihtiyacının yurt içi üretimle karşılanmasından, diğer taraftan ihracatı ve özellikle yüksek katma değerli malların ihracatını arttırmaktan geçmektedir.” Her iki durumda da tarım ve tarıma dayalı yerli sanayinin geliştirilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır.

Bizim göremediğimiz ya da görmek istemediğimiz durum, “ülkemizin genelde yüksek katma değerli ürünler ithal edip, düşük katma değerli ürünler ihraç etmesidir.” Burada ithal ikâmeci sanayiden, küresel rekabet gücüne sahip ileri teknoloji ürünleri sanayiye geçmenin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Teknolojiye, sanayiye yoğunlaşmalıyız! Bu sektörlere yoğunlaştığımız kadar tarım ve tarıma dayalı sanayiye de yoğunlaşmalıyız. Ülkemiz içinde yer alan farklı bölgelerdeki gelişme düzeylerine baktığımızda, sanayileşmiş bölgelerin genel olarak diğer bölgelerden daha gelişmiş olduğunu ve gelir dağılımındaki düzensizliğin daha az olduğunu gözlemleriz. Tarım ve tarıma dayalı sanayiyi de aynı şekilde geliştirdiğimizde toplam milli geliri arttırmasının yanında, kırsala can veririz. Gelir dağılımındaki dengesizliği ve bölgeler arası farklılığı azaltmış oluruz. Kırdan kente göçü önlemiş oluruz.

“Ekonomik olarak büyümek ayrıca para ve maliye politikalarından geçer.” Büyümeyi yüksek istihdam ve istikrarlı fiyatlarla birlikte sağlamayı amaçlıyorsak, “emredici değil özendirici bir niteliğe sahip olmalıyız.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.” vecizi ile bu asil Türk milleti hem salgınla iyi bir mücadele vererek “devlet-millet”; hem kuraklık konusunda dirsek teması ile “devlet (Tarım Bakanlığı)- çiftçi” yeni aşamalar kaydetmiş olarak ekonomik süreçte birbirimizi destekleyerek zor günleri hep beraber geride bırakacağız.