Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a bağlanması amacıyla kurulan EOKA, hiç şüphesiz bir terör örgütüdür. EOKA’nın Kıbrıs’ta akan kanda en büyük mesuliyeti taşıdığı, adadaki acı geçmişin en büyük müsebbibi olduğu da herkesin malumudur. Buna rağmen Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, terör örgütü EOKA’nın Nisan 1955’te silahlı eylemlere başlamasının 66. yıl dönümünde yaptığı açıklamada, terör örgütüne “hayranlık ve saygı” duyduğunu dile getirmişti.

Bu eli kanlı terör örgütünün kuruluş yıl dönümünde kutlamalar yapmak ve “66. yılı hatırası” olacak pullar bastırmak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin hâlâ adadaki Türk varlığını yok saymaya çalıştığını gösteren bir gelişmeydi. Bu zihniyeti taşıyan, her fırsatta adanın tek sahibiymiş gibi konuşan ve Türkiye ile Kıbrıs Türklüğünün hak ve çıkarlarını hiçe sayan bir Rum yönetiminden barış adına ne beklenebilir?

Bu soruyu şimdi soruyor olma sebebim, Kıbrıs’taki mevcut sorunların çözümüne yönelik görüşmeler için ön hazırlık mahiyetinde gayriresmi bir toplantının önümüzdeki hafta yapılacak olması. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki kurucu unsuru olan Türk ve Rum tarafı, garantör ülkeler Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın yanı sıra BM ile birlikte Cenevre’de 25-27 Nisan tarihlerinde bir araya gelecek. Toplantı, en iyi ihtimalle, taraflar arasında uzlaşıya gidilmesine zemin teşkil edecek bir ortak tutumun olup olmadığını ortaya çıkaracak. Yaklaşık 60 yıldır Rum tarafının uzlaşmaz ve mütecaviz tutumu sebebiyle çözülemeyen sorunun, bu üç günde çözülmesini kimse zaten beklemiyor.

Daha önce de tarafların BM gözetiminde bir araya gelip uzun süren müzakereler yürüttüğünü ancak kayda değer bir başarının elde edilemediğini adadaki mevcut şartlar göstermeye yeterli. Bu sefer de mi böyle olacak yakında göreceğiz; ancak Rum tarafının hâlen EOKA’nın hatırasını yâd ediyor olması Güney’de değişen bir şey olmadığına işaret ediyor.

Türk tarafında ise önemli bir değişim dikkate çarpıyor. Türk tarafı ve Türkiye, artık 1960’ta kurulan federatif yapıya dönülmesi gibi bir ihtimalin mümkün olmadığını, meseleye yeni bir bakışla yeni bir formül bulunması gerektiğini ortaya koyuyor. Türk tarafı artık “iki devletli çözüm” istiyor. Bu yeni pozisyon, yerinde bir tespitle, adada kalıcı barışın ancak “iki devletin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü” çerçevesinde sağlanabileceğini savunuyor.

Yani Türk tarafı, federasyon ile çözümün gerçekçi olmadığı fikrinden hareketle, adada hâlihazırda iki egemen devletin yaşadığı gerçeğinin kabul edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Kıbrıs’ta iki halkın yaşadığı ne kadar doğruysa, 1960’ta kurulan federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rum terörü ve Türklerin haklarından mahrum edilmesi neticesinde sona erdiği de, Kıbrıs Türklüğünün 1983’ten beri bağımsız olarak kendi devletinin bayrağı altında yaşadığı da o kadar doğru. Dolayısıyla, tüm dünyanın gördüğü bu gerçeğin inkâr edilmesi ve KKTC’nin egemen bir devlet olarak tanınmasından imtina edilmesi çözümsüzlüğü savunmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Rum yönetimi 66 yıl önce kurulan terör örgütlerini anmakla meşgul oladursun, artık gelinen şu noktada Kıbrıs’ta “iki eşit devlet ve iki eşit toplum” gerçeğinden kopuk bir müzakere süreci başlamadan bitecektir. Bu konuda hem KKTC yönetiminin hem de Türkiye’nin son derece kararlı olduğu ve Türk tarafının söz birliği etmişçesine aynı tezleri savunduğu ortada.

Hâl böyleyken, Rumların kalkıp da kenedi elleriyle ve Türklerin kanını akıtarak yıktıkları federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nden bahsetmeleri abesle iştigalden başka bir şey olmayacaktır. Ne var ki, EOKA için hatıra pulları bastırabilen ve teröristlere methiyeler dizen bir zihniyetin bu gerçeği idrak etmesi ihtimali de yok denecek kadar az gibi görünüyor.