Bir gün Köroğlu, bir beldeden geçerken hem atının hem de kendi susuzluğunu gidermek için bir çeşmeye uğrar. Bu arada yaşlı bir kadın çeşmede testisine su doldurmaktadır. Kır at, su içerken bir anda huysuzlaşır kadın korkudan, elindeki su testisini düşürür ve testi kırılır. Yaşlı kadın yapıştırır o bildik sözü… Neden, niye söylediğini bilmeden;

“Gözün kör olsun Köroğlu.”

Köroğlu, bu sözü duyunca kadına sorar:

“-Nene sen Köroğlu nu tanıyor musun?”

Kadın; “Hayır, tanımıyorum” deyince tekrar sorar:

“Sana bir kötülüğü mü dokundu, bir zarar mı verdi?”

Yaşlı kadın “Hayır! Hiçbir kötülüğü, zararı dokunmadı” deyince Köroğlu tekrar sorar:

“Tanımıyorsun, hiçbir zararı dokunmadı ise neden gözün kör olsun Köroğlu diyorsun?”

Kadın da:

“- Herkes öyle söylüyor! Ben de söylüyorum!”

Günümüzde de aynı hikâyeler gözler önünde canlı canlı yaşanıyor. Kimsenin bakmadığı yerden bakmaya çalışarak sormak istiyorum. Bu hikâyede olduğu gibi ülke tarımının tek Köroğlu’su Tarım ve Orman Bakanlığı mı?

Ülkemiz tarımı nedeni bilinmez bir şekilde, tarımsal sorunlarla âdeta simbiyotik yaşam kültürüne alıştırılmaya çalışılıyor. Ben diyeyim 25 yıl, siz söyleyin 35-40 yıl ülkemiz tarımında konuşulan dört kronikleşmiş (süregelen) sorun: “Tarımsal girdi fiyatlarının yüksek oluşu.” “Kooperatifçilik ve kooperatifler.” “Çiftçilerin düşen ürün fiyatları ve artan girdi fiyatlarından oluşan bir makas ve bu makas arasındaki farkın açılması.” “Çiftçilerin sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınamamaları.” Hâlen bu kronikleşmiş sorunlar konuşuluyor ve tartışılıyorken, bir anda âdeta gündem gıda fiyatları oldu. Sadece ülkemize has bir durum gibi sosyal medya üzerinden tartışıldı ve sokaklarda konuşuldu. Dünyada genel olarak gıda fiyatları düşerken, ülkemizdeki artışın gerçek anlamda araştırılmaması oldukça düşündürücü!..

Oysaki yeni tip koronavirüs (Kovid- 19) salgını nedeniyle gıda fiyatlarındaki artışla ilgili tüm dünyadaki sorun devam ediyor. Ayrıca sadece ülkemiz çiftçilerinin değil dünya çiftçilerin en çok yakındığı konular arasında; ürünlerinden ellerine geçen fiyatın artmaması, hatta bazı yıllar şiddetli düşüşler göstermesidir. Diğer taraftan zorunlu tarımsal girdiler olan sentetik tarım ilaçları, kimyasal gübreler, sanayi yemi, tohumluk, sulama elektrik girdileri, mazot ve makinelere ödedikleri fiyatın çok daha hızlı artışıdır.

Hikâyeye tekrar dönecek olursak, ülke tarımının tek Köroğlu’sunun Tarım ve Orman Bakanlığının olmadığını görürüz. Ülkemizde tarım politikasını yönlendiren kuruluşlar arasında; başta Hazine ve Maliye Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Yüksek Planlama Kurulu, Para Kredi ve Koordinasyon Kurulu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, Bölgesel Gelişme Yüksek Kurulu ve Bölgesel Gelişme Komitesi vb. organlar da yer almaktadır. Bu organların yanında ayrıca; büyükşehir belediyelerinin tarım daire başkanlıkları, tarımsal kooperatifler, mesleki örgütler, sivil toplum örgütleri, tarımsal eğitim kurumlarının etki ve katkılarını da sayabiliriz.

Gel gör ki, her dönem algı operasyonları ile Tarım ve Orman Bakanlığı ile çiftçilerimiz karşı karşıya gelir onlar suçlu, onlar kötü olurlar. Oysaki çiftçileri temsil edecek, tarımın devlet temsilcisiyle arasında köprü görevi yapacak; küçüklü-büyüklü tarımsal birlikler, odalar, kooperatifler, vakıflar, dernekler, sendikalar vardır. Bu kurumlar yaklaşık 15-16 milyona ulaşan üye sayısıyla âdeta bir sivil toplum kuruluşu imparatorluğudur. Ancak, “gerek devasa bütçeleri ve gerekse imkân ve insan potansiyelleriyle gereken işlevselliklerini ortaya koyamıyorlar. Mevzuat kanalıyla, mecburi üyelikle çiftçilerin ödediği aidatlarla garantili bir şekilde varlıklarını devam ettiriyorlar.” Ancak sektördeki konumları, tarımsal işlevsellikleri ve tarım sektörüne olan katkıları tartışmalı konumdan öteye gitmiyor. Bu hâlleri ile “tarıma katkı sağlamak yerine tarıma ve özellikle çiftçiye yük konumundalar.”

Tarladaki çiftçiden dağdaki çobana, seradaki yetiştiriciden toptancıya, pazarcıdan son tüketici Betül teyzeye. Kimin sorumlu, kimin etkili ve kimin yetkili olduğunu bilmeden, o zaman ne diyecekler? “Gözün kör olsun Tarım ve Orman Bakanlığı.”

Yaşanan sancı, genellikle çiftçi ve Tarım Bakanlığı arasındaki dengenin kurulamamasından kaynaklanmaktadır. Çiftçileri temsil edecek mekanizma, işlevini yapamamaktadır. Âdeta “çiftçiler sektörde hem öksüz hem de yetim kalmışlardır.” Ben bunları rahat yazıyorum. Çünkü en alt katta, sahadayım. Ahırdayım, tarladayım ve sokaktayım. Hem üreten hem de tüketenlerin kısaca yalnızların yanındayım. Yani “damdaki kemancı gibi, hüzzam makamından peşrev yapmıyorum.” Her türlü aksaklığı, hoyratlığı, israfı, sıkıntı ve sorunu biliyorum. Çiftçilerin-üreticilerin isyanlı sükûtunu birebir görüyorum.

Son söz: Dün ülke tarımında nelerin yapıldığını bilerek çarpıtıp, tarım camiasını başta çiftçileri yönlendirmeye çalışan zümre, bugün de Tarım Bakanlığının yaptıklarını çarpıtıp algı oluşturmaya çalışıyor. Bunu da o gün de, bugün de; içimizden çıkan makam ve şöhret düşkünleri aracılığı ile yapıyorlar.