Bugün çektiğimiz sıkıntıların birçoğunun tesadüfi olmadığı gibi, nüfusu ülkemizin herhangi bir şehri büyüklüğü kadar bile olmayan ülkelerin bize kafa tutmaya kalkması, çelme takmaya çalışması da tesadüfü değildir.

Tam da bu konuyla alakalı olarak Bosna’da hâlen görev yapan askerlerimizden, bir üniversitede misafir öğretim görevlisine anlatılan hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Askerlerimiz orada küçük istihbarat evleri şeklinde görev yapıyorlar ve asıl büyük grup da Saraybosna’da bulunuyor. Gizli saklı bir şey yok. Fakat bizim ordumuz özel olarak yardıma muhtaç köy ve okulları dolaşıp gerekli yardımları yapıyorlar. Dolaşırken köyün muhtarına gidip kimlere yardım edilebileceklerine dair liste istiyorlar. Yardım paketleri de Türkiye’den paketlenip askeri kargo uçağıyla direkt olarak aktarılıyor.

Yardım dağıtmak için bir köye gidiliyor. Köyde listeye göre dağıtım yapılıyor. Fakat köyün ileri gelenlerinden biri diyor ki:

“Biz size listeyi verdiğimiz sırada yardıma muhtaç olan bir teyze var onu unutmuşuz”. Teyzenin evi de biraz tepelik bir yerde köyün dışında. Oranın köyleri de bizim Karadeniz köyleri gibi dağınık ve uzaktır.

Bizim subaylarımız da “Tabii ki yardım edebiliriz” diyorlar.

Velhasıl subaylarımız kar diz boyu olmasına rağmen kutuları omuzluyorlar. Güç bela oraya kadar ulaşıyorlar. Kapıyı çalıyorlar ve karşılarında bir teyze. Daha kapıyı açar açmaz “Türk müsünüz?” diye soruyor.

Bizimkiler de “Türk’üz “deyince,

Yaşlı teyze “Geleceğinizi biliyordum” diyor.

O teyzem bizi nasıl bekliyorsa, milyonlarca teyze onun gibi bizi bekliyor. Bizim geleceğimizi bilen ve sabırla bekleyen milyonlar var. 600 yıl siz bir bölgede hüküm sürüyorsanız ve 1000 yıl hâlâ bu topraklarda ayakta kalmışsanız bu beklentiden kaçamazsanız.

El-Bab’taki, Halep’teki, Başika’daki, Musul’daki, Pakistan’daki, Makedonya’daki ve Azerbaycan’daki kardeşlerimiz de bizim geleceğimizi biliyor ve bekliyorlar.

Bir tarafımızda bekleyenlerimiz olduğu gibi diğer tarafta da devamlı ayağımıza basanlar olmuştur. Tarımın önünü açacağız sloganlarına sarılıp, gerçekte açmak istedikleri kendi ülkelerinin ve şirketlerinin şahsi ikbal ve çıkar kapıları olmuştur.

Ülkemiz tarımına karşı taarruzların, milli benliğimize uygun olmayan stratejik planların uygulanmak istenildiği bir dönemden geçiyoruz. Özellikle tarım algı operasyonlarına maruz bırakılmaya çalışılsa da Allah şahit ki bu dönemde Türk çiftçisi üzerine düşen görevi sağduyulu davranıp, yanlış anlaşılmalara sebep olmadan layıkıyla ve fazlasıyla yapmıştır.

Evet, bu kadar açık ve net! Amaç tarımda hamle yapmak, kalkınmak isteyen ülkemize itelenen gereksiz fakat olabildiğince üfürülmüş projelerle bizimle alakası olmayan projeleri bizim gerçeklerimiz gibi göstermeye çalışan çok uluslu güçler bu yolla tarımda her türlü bağımsız karar verme yetkimizi elimizden almaya çalışmaktadırlar.

“İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır” veya “Unutkanlık insan hâlidir” anlamında kullanılan bir söz ülkemizin unutkanlık olayında dünya ortalamasının çok üzerinde olduğu ülkelerden biri olduğunu gösteriyor, maalesef. Bugün her şeyi o kadar hızlı unutmaya başladık ki; bu konuya bir çözüm getirilmesi gerektiğini düşündüm. Sonuçta benim de unuttuğum birçok konu olduğunu düşünerek; sivil toplum örgütü başkanlarından akademisyenlere, eski bürokratlardan gazetecilere, hocalarıma; tarımda hangi hususların ele alındığını, birbirimize neler söz verdiğimizi bunların hangilerinin sadece teoride kaldığını, nelerin uygulanamadığını, nelerin yarım kaldığını ve ne zaman uygulanabileceklerini soruyorum.

Büyük devlet, sözü dinlenen devlet olabilmemiz için milli tarım politikası uygulanmalı, buna bağlı olarak sanayi hamlesi yapılmalı, sözde değil özde milli hâle getirilmelidir. Bugünkü derdimiz ülkemiz tarımının geçmişini tartışan değil, mevcut sorunların çözümü ve geleceğin inşası konusunda irade ortaya koyarak, kendi milli kimliğimizi ve onurumuzu koruyarak dünyaya açılmış güçlü, etken bir Türkiye inşa etmek olmalıdır.

“Gözünüz arkada kalmasın, Türk milleti olarak biz buradayız ve geleceğiz.”