Libya iç savaşı Kovid-19 salgınının yarattığı sağlık risklerine rağmen hâlâ devam ediyor. İhtilafın sürüncemede kalmasının başlıca sebebi ise ateşkes çağrılarına ayak direyen Hafter öncülüğündeki gayrimeşru milislerin yürüttüğü dış destekli silahlı isyan.

Hafter 2019 Nisan’da 48 saat içinde başkent Trablus’u almak suretiyle meşru ve uluslararası tanınırlığı olan Ulusal Mutabakat Hükümetini (UMH) devirmek üzere bir operasyon başlatmıştı. Hafter 2019 yılı boyunca sahada kazanan taraf olacak gibi görünüyordu. Hafter’in iddiası, Türkiye’nin aktif bir şekilde UMH tarafında sahaya girmesine kadar devam etti. 27 Kasım 2019’da Türkiye ile Libya arasında imzalanan mutabakat muhtıraları, Libya için bir dönüm noktası oldu. Türkiye’nin muhtıraları yürürlüğe sokması ve ardından UMH’ye askerî desteğini arttırmasıyla sahada dengeler UMH lehine dönmeye başladı. Birçok yorumcu, yılbaşından bu yana UMH’nin Hafter karşısında daha avantajlı bir konuma eriştiği, bunda da Türkiye’nin desteğinin önemli rol oynadığı konusunda hemfikir görünüyor.

Gerçekten de Mart 2020’nin sonlarında Libya ordusu tarafından Hafter milislerini başkentten uzaklaştırmak amacıyla başlatılan Barış Fırtınası Operasyonu’nun, Hafter’e mevzi kaybettirdiği görülüyor. Libya ordusu Türkiye’den edindiği SİHA ve diğer askerî araçlarla üstünlüğü ele almaya başladı. Hafter ve onu destekleyen Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin bu yeni duruma verdiği karşılık ise sivillere yönelik artan saldırılar oldu. Hafter, mayıs ayının sadece ilk haftasında aralarında çocukların da olduğu 15 sivili öldürdü ve sivil hedeflere yönelik saldırılar hâlen devam ediyor.

Libya Parlamentosu Başkanı Seyyale, BM Genel Sekreterine gönderdiği mektupta “Uluslararası toplumun sessizliğini kınadıklarını, bu sessizliğin sivillerin kanının dökülmesine ortak olmak şeklinde algılandığını ve Hafter’i destekleyenlerin cezalandırılması çağrısında bulunduklarını” dile getirdi. UMH Başbakanı Fayiz es-Serrac da Hafter’in sivillere yönelik saldırılarını kınayarak bu durumda Hafter’e karşı meşru müdafaa hakkını kullanmaktan başka seçenekleri olmadığını belirtti. Gelinen noktada, Hafter’in başlattığı isyanın bir an evvel bozguna uğratılması gerektiği çok açık. Ancak, uluslararası toplum olup biteni sessizce izliyor ve adım atma cesareti göstermiyor. Hafter’in gaddarlığına itiraz edip meşru hükümeti her anlamda destekleyen tek ülke ise Türkiye. Ankara, imzalanan mutabakatların ruhuna uygun bir şekilde UMH’yi desteklemekten ve Hafter’e arka çıkan ülkelerle mücadele etmekten geri durmuyor.

Bu süreçte Hafter’in en sadık destekçisinin, dolayısıyla Türkiye’ye en büyük muhasımın Birleşik Arap Emirlikleri olduğu da daha net anlaşıldı. BAE, Türkiye’yi Libya’da etkisiz hâle getirmek, iktidarı devirip Hafter’in yönetimi ele geçirmesini sağlamak adına yoğun ama beyhude bir çaba içinde. Aynı BAE, İsrail- ABD ortaklığıyla duyurulan Filistin’i fiilen yok etmeyi hedefleyen sözde barış planını desteklemiş, Müslüman Araplarla dayanışma içinde olması gerekirken ABD ve İsrail’in tetikçiliğini kendine yakıştırmıştı. Yine BAE, 15 Temmuz darbe girişiminde rol almış, bu darbenin başarılı olması için milyar dolarlar harcamıştı. Her platformda Türkiye’ye karşı konum alan BAE, Suriye’de de cani Esad rejimini desteklemişti.

BAE, haddini aşmaya ve Libya’da Türk mevcudiyetine ve menfaatlerine saldırma cüreti göstermeye devam ediyor. Dolayısıyla, Libya’daki BAE müdahalesinin baş mimarı Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’i Türkiye’nin düşmanları arasında en üst sıralara taşımak gerektiği ortaya çıkmış durumda. Artık, isyancı Hafter’le yancısı BAE Veliaht Prensin adını birlikte anmazsak, Libya’da Türkiye’ye cephe açan gafilleri eksik saymış oluruz.