Türkiye’nin son yıllarda en önemli dış politika konularına bakıldığında, hemen hepsinde Ankara ile Brüksel arasında uzlaşmanın sağlanamadığı görülüyor. Sözüm ona medeni Avrupa’nın temel değerlerine aykırı gelişmelerde bile Brüksel’in kendi değerlerini çiğneme pahasına Türkiye’nin yanında yer almaktan imtina ettiği bir bakışta anlaşılabiliyor.

Göç krizinde temel insan haklarını kendi insanları haricindekiler için bir lüks olarak gördüğünü ifşa eden Avrupa, göç baskısını hafifletmek için Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu bildiğinden ara sıra Ankara’ya şirinlik yapmaktan çekinmiyor. Ancak, ne zaman iş Avrupa’nın sorumluluk alması noktasına geliyor, işte o zaman “bu sorunu Türkiye çözsün” deyiveriyorlar. Ancak Türkiye’nin kimseyi zorla Türkiye’de tutamayacağı gerçeğini bir türlü kabullenmek istemiyorlar.

Türkiye sınırından çıkıp Yunanistan’a girmek isteyen sığınmacılar sınıra doğru yürüdüğünde, başta Atina olmak üzere tüm AB ülkelerinin nasıl paniklediğini gördük. Gördüğümüz bir diğer gerçek de Avrupa’nın değerler-çıkarlar çatışması yaşadığında, çıkarları uğruna değer tanımaz hâle gelebildiği oldu.

Bugünlerde AB ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmesi kaçınılmaz olan bir diğer mesele daha var ve meselenin başaktörü yine Yunanistan. Atina’nın Ege ve Akdeniz’de tansiyonu arttırmak için elinden geleni yaptığı bir dönemde, Yunanistan’ın peşine takılan Türkiye karşıtları sesini yükseltmeye başladı.

Türk karşıtlığı ve İslamofobi dendiğinde akla gelen ilk isimlerden olan Avusturya Başbakanı Kurz, “Erdoğan ve Türkiye’ye teslim olursak, o zaman iyi geceler Avrupa” şeklinde konuşmuş ve Birliğin “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaçan kitleleri silah olarak kullandığını” belirterek, AB’nin “şantaja izin vermemesi gerektiğini” savunmuş. Demek ki, Türkiye’nin mültecilerle mücadelesine en ufak bir desteği olmayanların elini taşın altına koyması gerektiğini hatırlatmak, bu zihniyete göre “şantaj” oluyormuş.

Peki, Türkiye-Yunan gerginliği patlak verdiğinde AB liderlerinin bir araya gelip “Ankara’ya yaptırım uygulamayı” tartışması şantaj değil mi? “Yunanistan’ın tezlerine boyun eğmezseniz size yaptırım uygulayabiliriz” diyen Brüksel, Türkiye ile ilişkilerinde bir kez bile yapıcı, mantıklı ve tutarlı davranamayacak kadar aklıselimden yoksun mu? “Türkiye mültecileri silah olarak kullanıyor” diyenler, Ege ve Akdeniz’de Yunanistan’ı piyon olarak kullanmıyor mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Akdeniz ve Ege’deki sürecin AB için bir “samimiyet testi” olduğunu belirtmesi yerinde bir uyarı oldu. AB, Türkiye ile yola devam etmek isteyip istemediğini, Türkiye karşısında ön yargıdan uzak, akıllı ve mantıklı kararlar alıp alamayacağını yakında gözler önüne serecek. AB’nin birçok konuda Türkiye’ye haksızlık yaptığını, örneğin Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünde ve süren çözümsüzlükte büyük paya sahip olduğunu biliyoruz. Şimdi yine aynısı mı olacak, göreceğiz. Kıbrıs’ta Rum/Yunan tezlerine ve kaprislerine boyun eğip adada çözümsüzlüğü derinleştiren Brüksel, geçmişinden ders almış mı, yoksa Türkiye karşıtlığının kurumsal merkezi olmayı sürdürüyor mu anlayacağız.

Eğer Yunanistan’ın hakkaniyete ve hukuka uygun olmayan iddia ve talepleri AB liderler zirvesinde kabul görür ve gerginlikten Türkiye sorumlu tutulursa, bir de buna dayanılarak yaptırım kararı alınırsa, AB bu önemli testi geçememiş olacak. Bu durumda Türkiye’nin artık neredeyse hiçbir somut getirisi olmayan AB üyelik sürecini sorgulaması, süreci askıya alma ve hatta sona erdirme gibi hususlarda yeni bir değerlendirme yapması kaçınılmaz olacak.

Brüksel ne karar alırsa alsın Türkiye, Akdeniz ve Ege’deki hak ve çıkarlarını temin etmek için gerekirse tüm AB’yi karşısına alacak. Peki Brüksel, Yunanistan’ın AB için bir külfet olduğunu, Türkiye’nin hakkının çiğnendiğini, Atina’ya şartsız destek çıkmanın AB için hayırlı olmayacağını, Atina için Ankara’yı karşısına almanın akıl kârı olmadığını acaba ne zaman anlayacak? Bu gerçekleri görmek için Brüksel uykusundan uyanacak mı? Eğer Brüksel’in bu gaflet uykusundan uyanmaya niyeti yoksa, o zaman bize de düşen son söz bu olur: İyi geceler Avrupa!