Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan ülkemiz; fiziki coğrafyası, iklim çeşitliliği, her taşın arkasında farklı bir ekoloji avantajıyla, çok farklı tarımsal ürünün yetiştiği eşsiz bir bölgedir. Bu güne kadar 83 milyon nüfusu, 5 milyon olduğu tahmin edilen mültecileri ve yaklaşık 40 milyonun üzerinde yabancı turistin-misafirin ihtiyaçlarını karşılamaya yeten tarımsal üretim, çevre coğrafyaların ihtiyaçları için dahi yeterli olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze, (İkinci Dünya Savaşı yılları saymazsak), çoğunlukla tarımda kendine yeten bir ülke durumundaki konumumuz, son yıllarda istikrarlı tarım politikaları üretmedeki sıkıntılar nedeniyle, maalesef bu özelliğimizi kaybetme tehdidiyle karşı karşıya!... Hatta ihtiyacı karşılama oranı bakımından, bazı ürünler için yeterli olma durumunu yitirdiği söylenebilir.

Tarımsal üretimin önemini koruduğu ülkemizde, dünyada yaşanan ekonomik dönüşümler, diğer sektörlerle birlikte tarım sektörünü de doğrudan etkilemiştir. Bu yeni döneme ayak uydurma konusunda ülkemiz tarımı çeşitli zorluklarla karşı karşıyadır.

Bu dönüşümlerin çiftçilere yansıması, düşen ürün fiyatları ve artan girdi fiyatlarından dolayı bir baskı unsuru oluşmuştur. Bu baskı sadece bizim çiftçilerimize ait bir olgu değil, evrensel boyuttadır. Bu olgu Amerikan çiftçileri için de geçerli, AB ülkeleri çiftçileri için de geçerlidir.

Tarım politikalarındaki nihai hedeflerimizi; tarımsal ürünlerde kendine yeterlik düzeyinin yükseltilmesi, üretimin ve verimin artırılması, artan nüfusun gıda ve giyim ile barınma ihtiyacının karşılanması, tarım gelirlerinin artırılması, kırsal kesimin kalkınması, tarım ürünleri ihracatının artırılması ve tarımda yeni teknolojilerin kullanılmasının sağlanması gibi sayabiliriz. Ancak, belirlenen bu hedeflere karşın ülke olarak tarım sektöründe geldiğimiz nokta, ciddi bir öz eleştiriyi gerekli kılmaktadır.

Öz eleştiriyi yaparken de yapılan iş ve eylemlerle ilgili her şeyde sorumlu tutma ve hesap sormayla ilgili bu fıkrayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Tek Suçlu”

“Askeri manevra varmış. Mehmetçik, elde tüfek yerde yatıyormuş. Komutan gelip sormuş:

– Düşman önden gelirse ne yaparsın? Mehmet cevaplamış, komutan tekrar sormuş…

– Şu yandan, bu yandan, arkandan gelirse ne yaparsın?

Mehmet yine cevap vermiş. Komutan en sonunda...

– Ya düşman tepeden gelirse? diye sormuş. Mehmet cevap olarak…

– Bu memleketin tek askeri ben miyim komutanım!” olmuş.

Bu fıkrada, olduğu gibi ülkemiz tarımının tek askeri Tarım ve Orman Bakanlığı mı?

Bu konuyu daha önce yazmıştım ama tekrar bahsetmenin faydalı olacağı düşüncesindeyim. Aslında ülkemizde tarım politikasını yönlendiren kuruluşlar arasında; başta Hazine ve Maliye Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Yüksek Planlama Kurulu, Para Kredi ve Koordinasyon Kurulu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, Bölgesel Gelişme Yüksek Kurulu ve Bölgesel Gelişme Komitesi vb. organlar da yer almaktadır.

Bu organların yanında ayrıca; büyükşehir belediyelerinin tarım daire başkanlıkları, tarımsal kooperatifler, mesleki örgütler, sivil toplum örgütleri, tarımsal eğitim kurumlarının etki ve katkılarını da sayabiliriz.

Burada yeri gelmişken kooperatifçiliğe de değinmek istiyorum. Ülkemizde kooperatifçilikle ilgili 3 bakanlık mevcuttur. Bu bakanlıklardan ana yetkili ve sorumlu olan bakanlık Ticaret Bakanlığı’dır. Diğer iki bakanlık ise Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığıdır.

Peki, şimdi söyler misiniz?

Ülkemiz tarımıyla ilgili sorunların, sıkıntıların, bu olumsuz gidişatın tek sorumlusu, tek suçlusu Tarım ve Orman Bakanlığı mı?

Şimdiye kadar bütün yarışmalarda ya kaçak güreştik ya da minderden kaçtık. Ülke tarımıyla ilgili olumlu-olumsuz görüş ve düşüncelerimizi hep yanlış adrese yolladık. Elimizi taşın altın koyma dönemini hep beraber kaçırdık, maalesef… Artık sadece elimizi değil, gövdemizi de koymanın zamanı geldi!

Ülkemiz tarım politikasının belirlenmesinde ve uygulamada bu organlar da, üzerine düşen görevi yaparlarsa hiçbir sorun yaşanmayacağını vurgulamak istiyorum.

Tek suçlu ayağa kalk denilmemeli, soruna toptan yaklaşılmalı diye düşünüyorum.