ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada, “Türkiye sınırına kadar olan bölgede, Amerikan ve Türk güçlerinin birlikte Türkiye’nin güvenlik endişeleri üzerinde çalışacağı bir güvenli bölge olasılığı üzerine konuşuyoruz. Henüz bir anlaşmaya varmadık ancak görüşmeler sürüyor.” demişti. ABD’nin güvenli bölge konusuna yaklaşımını benimsemeyen ve beklentileri tam olarak karşılanmayan Türk tarafından hemen şu cevap verildi: “ABD ile ortak bir noktada buluşulamaması hâlinde güvenli bölgeyi tek başımıza oluşturmak zorunda kalacağız.” Gelinen noktada, bu ihtimalin giderek arttığını, Türkiye’nin tek başına bir operasyon düzenlemesinin artık çok muhtemel olduğunu söylemek mümkün.

NATO gibi uluslararası ittifaklara üyelik, ulusal savunmada çok taraflı işbirliklerini mümkün kılsa da Türkiye’nin uzun zamandır terörle mücadelesine hiçbir müttefikinden kayda değer bir destek alamadığı aşikâr. Hatta Türkiye, müttefiklerinin PKK/PYD terör örgütüne muazzam boyutta askerî ve malî destek vermesinden mustarip. Türkiye, ABD’nin yardımlarıyla palazlandırılan PKK/PYD terör örgütünün, sinsi planlarla Fırat’ın doğusunda bir devletçik kurmaya yönelik girişimlerinden haklı olarak rahatsızlık duyuyor. Bölgede bir terör örgütünün devletleşme süreci yaşandığını gören müttefiklerimizin Türkiye’ye değil de ona karşı düşmanlık eden terör örgütüne destek olması, Türkiye’yi terörle tek başına mücadele etme zorunda bırakıyor.

Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla karşısında hangi terör örgütü olursa olsun askerî başarı gösterecek kudret ve kararlılıkta olduğunu dosta ve düşmana göstermişti. Bundan cesaret alan TSK, Fırat’ın doğusunda da benzer bir operasyon yürütmek ve orayı da terörden temizlemek için gün sayıyor. Pençe harekâtında kazanılan başarılar da bu süreçte TSK için bir moral kaynağı oluyor. Bunun kadar önemli bir diğer husus ise, devlet kurumlarının ve hükûmetin bu konuda gösterdiği kararlılık. Askerî yeterlilik ile siyasî iradenin birlikte var oluşu, Fırat’ın doğusunu Suriye halkından koparmak isteyen teröristler için korkulu rüyalara sebep oluyor.

Pazar günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Afrin’e girdik, Cerablus’a da girdik, biz El Bab’a da girdik. Şimdi de Fırat’ın doğusuna gireceğiz. Biz bunu Rusya’yla da paylaştık, Amerika’yla da paylaştık. Çünkü oralardan bize bu taciz atışları devam ettikçe bizim sessiz kalmamız mümkün değildir. Biz bir yere kadar sabrederiz. O sabrın bir sonu var.” şeklindeki demeci, sabrımızın sonunda terör örgütü için felaket olduğunu ortaya koymaya yetti.

Türkiye’nin henüz Fırat’ın doğusuna kapsamlı bir askerî harekât başlatmamış olması, uygun zamanın ve şartların beklenmesiyle alâkalı. Yoksa bu bir acziyet ya da eksiklikten kaynaklanmıyor. Muhtemeldir ki Türkiye’nin bölgeye yönelik harekât planı çoktan hazır. Ancak bu planın devreye sokulması için en müsait şartların ortaya çıkması hâliyle zaman alıyor.

ABD ile güvenli bölge üzerine yürütülen görüşmeler, bu şartların sağlanıp sağlanmadığını tespit etmek açısından önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sabrımız taşıyor, bu işi biz tek başımıza hallederiz” mesajı da ABD heyeti ile yapılacak görüşmeler öncesinde kararlılığımızı teyit etmek adına faydalı bir hamle oldu. Bunun bir blöf olmadığını, sabrın sonu geldiğinde Türkiye’nin bölgeye güçlü bir askerî varlıkla girip terörü yatağında yok edeceğini en iyi bilenler, bizatihi terör örgütü ve onun koruyucuları olsa gerek.