Türkiye ile ABD arasında yürütülen müzakerelerde Suriye’nin kuzey doğusunda güvenli bölgenin tesisi hususunda Türkiye’nin beklentilerine cevap veren bazı adımlar atılmıştı. Bölgede gerçekleştirilecek terörden temizleme operasyonlarının icrasında ABD ile koordinasyonu sağlayacak Müşterek Harekât Merkezi'nin Türkiye sınırları içerisinde kurulması kararlaştırılmıştı. Bu doğrultuda ilk adımlar kısa süre içinde atıldı ve ABD’li askerler Şanlıurfa’ya ulaştı.
ABD ile bir Müşterek Harekât Merkezi’nin kurulacak olması, iki ülke arasındaki bütün anlaşmazlıkların sona erdiği anlamına gelmiyor. Ancak güvenli bölge hakkında varılan mutabakat, iki ülke arasında ilişkilerin çok gerilmesine rağmen kopmadığını gösteriyor. Nitekim iki ülke ilişkilerinin genel durumunun S-400’lerin alınması ya da F-35’lerin teslim edilmesi gibi münferit olaylar ile değerlendirilemeyeceği açık. Zira ikili ilişkiler kolayca gözden çıkarılamayacak kadar köklü ve çok boyutlu. Şimdiye dek iki ülke arasında yaşanan onlarca soruna, gerginlik dönemlerine rağmen, ABD ile Türkiye’nin müzakere masasından bir mutabakatla çıkabilmesi, başlı başına önemli bir gelişme. Bu mutabakatın, Türkiye’nin taleplerini ve beklentilerini karşılamaya yönelik hususlar içermesi ise Türkiye adına önemli bir başarı. Bu mutabakat, bir diplomasi başarısı olarak görülmeli.
“Savaşta kazanıp, masada kaybettiğimizi” söyleyenler çoktur. Bunun tartışılır olduğu bir yana, çok savaş kazandığımız, çok müzakerede ise kaybettiğimiz doğrudur. Artık Türk diplomasisi kazanan, müzakereye girmekten çekinmeyen ve ABD gibi büyük bir güce dahi taleplerini kabul ettirebilen bir güç durumuna geldi. Türk Dışişleri Bakanlığı, yeni açılan misyonlarla dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda ve tüm dünyadaki gelişmeleri daha yakından takip edebiliyor. Geçtiğimiz hafta 11’incisi düzenlenen Büyükelçiler Konferansı'na “Sahada ve Masada Güçlü Diplomasi” başlığının seçilmesi hiç de tesadüf değil.
Diğer yandan ordumuz, Türk milletinin gururu olmaya devam ediyor. TSK’nın darbe girişimi sonrasında FETÖ’cü hainlerin ordumuzdan def edilmesi sayesinde sırtındaki yüklerinden kurtulduğu, askerî yeteneklerini ve teknik/teknolojik gücünü arttırdığı, her türlü güvenlik risklerini karada, denizde ve havada yürütülen operasyonlarla etkisiz hâle getirebileceği son üç yılda ortaya konmuş oldu. Ordumuz sınır ötesinde teröre ağır bir darbe indirirken, eskiye oranla daha az sayıda şehit haberi alıyoruz. Artık Ankara’nın ya da İstanbul’un orta yerinde bombalar patlamıyor, teröristler hendekler, tüneller kazamıyor. Ordumuz ve emniyet güçlerimiz, istihbaratın da sağladığı güçlü destek sayesinde ülke içinde asayiş ve güvenlik sorunlarını büyük ölçüde bertaraf etmiş durumda. Huzur ve asayişte gözle görülür bir iyileşme olduğu çok açık.
Türkiye, 15 Temmuz öncesine kıyasla hem iç hem de dış güvenlik açısından çok daha iyi bir noktada. Türkiye hem askerî hem de siyasî açıdan daha güçlü, kendine daha çok güvenen ve uluslararasında daha çok saygı duyulan bir ülke haline geldi. Böylelikle Türkiye, bir yandan yıllanmış sorunları üzerinden atarak yükünü hafifletiyor, bir yandan da Türk milletinin 2023 yılı hedeflerine doğru ilerleyişinde umut vadediyor. Bu gelişmede Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'nin getirdiği “Güçlü Devlet” ilkesinin büyük katkısı olduğu inkâr edilmemeli. Devletin güçlenmesi, milletin dertlerinden kurtulmasına vesile oluyor. Sonuçta, hem masada hem de sahada güçlü bir Türkiye ortaya çıkıyor. Bu gerçek dikkate alındığında, yeni hükûmet sisteminin eleştirilmesi abesle iştigal değil de nedir?