SOSYOEKONOMİK KURAKLIK!

İklim değişikliği 21. Yüzyılda ülkemizin ve dünyanın kuşkusuz en büyük sorunu. Doğaya ve canlı türlerine verdiği zarar dışında insan hayatını ve hatta insan neslini de tehdit ediyor. Bu tehditler sonrası devletleri ve kurumları geçelim insanlar giderek daha fazla iklim krizinden bahsetmeye ve “sürdürülebilirlik” kelimesinin günlük hayatta dillerinden düşürmez oldular.

Bundan 10 yıl öncesinde sera gazlarının etkilerinden, ozan tabakasının incelmesi hatta delinmesinden bahsederken bugün bazı ülkelerin su altında kalacaklarından bazı ülkelerin ise kuraklıkla savaşmaya başlayacağından söz ediyoruz. İklim krizi, geleceğin sorunu olmaktan çıktı. Artık bugün, hepimizin sorunu haline geldi!

Çok çeşitli coğrafi ve bölgesel koşullarına sahip ülkemizin küresel ısınmaya bağlı olarak yaşanan iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden birisi olacağını artık hepimiz bilmeliyiz. Dolaysıyla ülkemizin Güney Doğu ve İç Anadolu gibi, kurak ve yarı kurak bölgelerimiz çölleşme ve kuraklık ile boğuşurken, Karadeniz bölgesinde yağışlar ve dolayısıyla sel felaketleri (ve erozyon) artacak. Marmara, Ege ve Akdeniz bölgeleri kuruyan havzalar sebebiyle susuzluk ile karşı karşıya kalacak. Bu durumun çıktısı olarak ekosistemlerin değişmesi, salgın hastalıkların çoğalması ve tekrar pandemi çeşitlerinin artışına sebep olacağını da öngörmeliyiz.

Biyolojik çeşitliliğin azalması sadece canlı türlerini değil, tüm ekosistemleri etkileyecek. Sonuç olarak su kaynaklarında ciddi derecede azalma olacaktır. Kuraklık, sonuçları itibarıyla insanoğlunun geleceğini tehdit eden en önemli küresel ve bölgesel çevre sorunlarının başında gelmektedir. Peki, nedir bu kuraklık? “Azalan yağışlar nedeniyle oluşan, normal ve tekrarlayan bir iklim olayı” veya “hidrolojik dengenin bozulmasına sebep olan doğal olay” da diyebiliriz.

Kuraklık kimi zamanlarda bir ülkenin tümünde ciddi ekonomik, sosyal ve çevresel etkilere yol açabilir. Tüm iklim kuşaklarında görülebilir ancak, “hassasiyeti, şiddeti, süresi ve etki alanı gibi nitelikleri ve etkilenme derecesi” ile büyük farklılıklar gösterebilir. “Biz kuraklığı başlangıç ve bitişinin belirsiz oluşu, katlanarak artması, aynı anda birden fazla kaynağa etki etmesi ve ekonomik boyutunun yüksek olması” gibi özelliklerinden de ayırabiliriz.

Bu kadar etkiye sahip kuraklığın beş belirgin tipinin var olduğu kabul edilir. “Meteorolojik”, belirli bir yerde ve sürede ortalamaya göre yağıştaki azalma. “Tarımsal”, bitkinin büyüyüp gelişmesi için gerekli olan suyun kök bölgesinde yeteri kadar bulunmaması. “Hidrolojik”, yerüstü ve yeraltı sularındaki azalma, hidrolik açıdan yeterli suyun bulunmaması. “Ekolojik”, doğal ekosistemleri etkileyen kuraklık. “Sosyo-ekonomik”, ürünlerin arz ve talebinden kaynaklı olarak üretici ve tüketicilerin kuraklıktan etkilenmesi. Sosyo-ekonomik kuraklığın literatürdeki anlamının yanında yani bir anlam eklemek istiyorum.

Sosyo-ekonomik kuraklık, “pandemi, gıda tedariki, gıda zinciri, erişebilirlik, döviz kuru, enflasyon vs. sebeplerle; ülkesel boyutta “tarladan sofraya, çiftçi-üreticiden tüketiciye uzanan bu süreçte alım ve tüketim gücünün düşmesi, cüzdanların âdeta çoraklaşmasıdır.” Kısaca “ekonomide yaşanan kısır döngüdür.”

Çiftçinin-üreticinin ve tüketicinin iradesini kısmen de olsa ele geçirmeyi başararak temel tüketim maddelerinde başta gıda fiyatları olmak üzere ciddi oranda insafsızca zam üstüne zam yapılarak, dolayısıyla marketlerde, esnaflarda ve bayilerde birçok ürün dövizdeki dalgalanmalardan etkilenmemesine rağmen sanki etkileniyormuş gibi, neredeyse “haftada bir etiket değiştirilip, ekstra zamlı satılıyor.” Asgari ücret zamları konuşularken bile zamlı etiketler hemen yerini alıyor. Dolaysıyla yapılan zamları ne döviz artışı ne de enflasyonla açıklayabilirsiniz! “Olsa olsa kuraklıktır(!) Hem de sosyoekonomik kuraklık!” Geçelim zorunlu ihtiyaçlarımızı, en düşük fiyatla bir çay (herkesin alabileceği ve içebileceği) fiyatı bir yerde 15 TL, başka bir yerde 35 TL, bir başka yerde 62 TL.  Herkes kafasına göre bir isimle aynı çayı farklı kimlikle sunabiliyor. İnsanlar artık dışarda yemek yemeyi bırakın kahve içmeye korkar hale geldiler. Olsa olsa kuraklıktır buna sebep(?) “Bu kadar fırsatçılık olmaz. Yazıktır! Günahtır!” Sonradan çıkıp zarar ediyoruz pozları… “Haklısınız zarar ediyorsunuz ama kârdan (?)” Bir yandan çiğ sütün fiyatını baskılanıyor diğer yandan süt ve süt ürünleri tezgahının önünden geçilemiyor. Pes artık! Fırsatçılığın bu kadarı! Sebep ya döviz artışı ya da enflasyondur, bunlar olmazsa da kuraklıktır(!) Tabii ki yerseniz!

İnsanlarımız kimi zaman, söylenen şeyleri de istedikleri gibi algılıyor ya da algılamamayı yeğliyorlar maalesef. Sanki bütün esnaf el birliği yapmış “pidecisinden köftecisine, ayakkabıcısından overlokçusuna, hatta gübre satıcısı veya ilaç bayisi vs. hepsinin keyfi yerinde. İstiyorlar ki her ekonomik olayı ürün gruplarına yansıtalım!”

Sizler rahatlıkla zamları yansıtabiliyorsunuz peki söyler misiniz; memur, işçi emekli, gündelik çalışanlar kime, neyi, nasıl yansıtabilecekler?

Sevgili tarım dostu ve çiftçi-üretici okurlarım sizlere 2001 krizini hatırlatmak isterim o zaman kimi esnaf kepenk kapatıyor kimi esnaf yazar kasalarını fırlatılıyordu. 2001 döneminde bilinçli bir tüketici vardı. İhtiyacından fazlasını almaz, stokçuluk yapmaz. Alışveriş çılgınlığı nedir bilmezdi. Şimdi ise bugün aldığın maldan yarın kârdasın mantığıyla ihtiyacından fazlasını al hatta ileride ihtiyacın olabilir diye yine al. Dolaysıyla sürekli bir alışveriş içindesiniz çünkü yarın ne fiyat koyacaklarını bilmiyorsunuz?

Görüyoruz ki, doğal bir olay olan kuraklığın etkileri iklim değişikliği ve özellikle insan faaliyetleriyle daha da şiddetli hâle gelmektedir. “Kuraklığın kronik bir sorun hâline gelmemesi için su kaynaklarının hem yağışlı hem de kurak dönemlerde iyi yönetilmesi gereklidir.” Ekonomik kuraklıkta ise “insanların hem iyi yönetilmesi hem de kanaatkâr olması gerekir.”

Son söz: Deve kuşuna “uç” demişler, “ben deveyim” demiş. O zaman “koş” demişler, “ben kuşum” demiş. Kısacası herkes işine geldiği gibi…

Kalın sağlıcakla…