Beslenmemiz gıda ve tarımsal ürünlere bağımlı ise gündelik yaşantımızın içinde satın alma süreçlerimizde genelde zihinsel kategorilerle hareket ederiz. Bu noktada tek istisna organik/iyi tarım ürünleridir. Sağlıklı beslenme kaygısıyla bu ürünleri satın alma süreçlerinde bilgilendirilmek isteriz. Özellikle kanser vakalarında ve kanserden korunmanın yanı sıra tedavi sürecinde de doğru besinlerle beslenmeye çok dikkat ederiz. Yapılan araştırmalar, yanlış gıdalarla beslenme ve beslenme alışkanlıklarının kanserin ortaya çıkışı ve gelişiminde yüzde 35 etkili olduğu yönünde. Dolayısıyla kanser vakalarının hızlı bir şekilde artış göstermesi insanların daha çok organik ürünleri tercih etmesine sebep oldu. Pazarlık yapılmaksızın o ürüne erişme isteği ortaya çıktı. Dolayısıyla bu ürünlerimizin fiziksel, biyolojik ve kimyasal bilgilerinin özellikle bu hastalıkları yaşayan bireylerle ve yakınlarıyla paylaşılması, gündelik yaşantılarına aktarılması son derece önemlidir.

Aynı şekilde tarımsal ürünlerimizin fiziksel, biyolojik ve kimyasal bilgileri bilimsel ve geliştirilebilir bilgidir. Bu bilgiler pazarlama iletişiminde gündelik bir bilgi değildir. Bizim yapmamız gereken aslında ürünlerimiz hakkındaki bilimsel bilgiyi, tüketicilerin gündelik akışına aktarmaktır. Bu verilerle oluşturacağımız stratejik kavramlarla bir satın alma davranışını oluşturmak, bu davranışı geliştirmek ve yönetmek olmalıdır.

Dünyadaki fındığın yaklaşık yüzde 60’ı ülkemizde üretilmektedir. Ülkemiz dünya fındık ihracatında ilk sırada olup, toplam ihracatın yüzde 60’ını gerçekleştirmektedir. Konuyu biraz daha derinleştirdiğimizde ise fındık denildiğinde ilk aklımıza gelen kavram; Ordu, Giresun ve Samsun’dur. Bu yurt içinde ve yurt dışında böyledir. Siz Avrupalı bir tedarik zinciri, ithalatçısı olarak fındığı genelde Türkiye, Almanya ve İtalya’dan alırsınız. Temel sorunumuza gelirsek fındıkta kaç tane dünya markamız var? Bırakın dünyayı kaç tane yerel markamız var? Yani marketlere gittiğimizde X Türk markası değil de, ben Y Türk markasını almak istiyorum; yoksa almıyorum diyebiliyor muyuz? Bu üründe yetkin bir markamız yok maalesef. Sorunun cevabına gelirsek aslında yapacağımız işler ve işlemler çok da karmaşık değil. Markaların veya firmaların ilgili olduğu pazarı bölümlere ayırarak bu bölümlerden seçilen küçük pazara yönelik strateji oluşturmayı hedefleyen yöntemi, yani işin özünde pazarlama diliyle ürün segmantasyonu yapmak zorundayız.

Bu temel sorunumuzu açıklarken de birçok kişinin konuşmaya ya da yazmaya çekindiği fındık üzerinden anlatmaya devam edelim. Üretim açısından fındık dediğimizde, hep bir ağızdan biz bu işte bir numarayız, fındık üretiyoruz diye övgüyle bahsederiz. Fındık ürettiğimiz doğrudur! Reel olarak bir Ordu, Giresun ve Samsun fındığımız vardır. Peki, pazarlama açısından bir Ordu, Giresun ve Samsun markalı fındığımız var mıdır? Yoktur. Dolayısıyla bizim en büyük hatamız fındık olabilir, çay olabilir, tütün olabilir, incir olabilir, olabilir… Tarımsal ürünlerde yapmış olduğumuz genellemeler, pazarlama iletişiminde, ülkemize kurulan en büyük tuzaklardır. Bu genellemeler tarımsal pazarlama konusunda, bizim en büyük yanılgılarımızdan birisidir. Bu genellemeyi daha iyi anlatmak adına örneğini turizmden vermek istiyorum. Ülkemiz büyük bir turizm ülkesidir, doğrudur. Peki, bizim Balıkesir- Burhaniye’nin sahil kumu ve denizi ile Muğla-Datça’nın sahil kumu ve denizi arasındaki farkını, özelliklerini anlatan bir çalışmamız var mı? Gösterebilir misiniz? Hayır. Olguya bizler kum kumdur, deniz de denizdir ne fark eder diye bakıyoruz. Böyle bir bakış açısıyla bakarsanız, zaten kaybetmişsinizdir. Bu genellemelerden ayrılmadıkça, markalaşma gerçekleşmiyor maalesef.

Bizim jeopolitik konumumuz, üretim ve iklim avantajlarımızın olması, bizi tarımda markalaştırmaz sadece iyi bir üretici, tedarikçi ülke yapar. Genellemelerden uzaklaşarak Türk kayısısı yerine; Malatya kayısısı, mümkünse Darende kayısısı demenin; Türk fındığı kavramından vazgeçip Giresun fındığı, Ordu fındığı demenin; Türk elması yerine Isparta elması mümkünse, Eğirdir elması demenin yollarını aramamız lazım. Bunu yapmak çok mu zor? Kesinlikle hayır. İletişim ve pazarlama olanaklarının sınırsız ve neredeyse bedava olduğu günümüzde, bu sözcüklerin kullanılmaması büyük eksikliktir.

Bütün bu süreçler içinde ülkemiz tarımının yanılgılarından birisi de, tarımın bir yatırım alanı olarak görülmemesidir. Yatırımcılar doğal olarak yatırım alanlarında güven ve süreklilik isterler. Tarım bu bağlamda özellikle tarımsal faaliyetlerde, daha önceden tecrübesi olmayan iş insanlarına, yatırımcılara güven veren bir alan olmadı maalesef.

Son söz: Ülkemiz tarımını, çiftçiyi, bir markanın değerini, imajını, sadakatini ve markalaşmasını bilmeden; herkes öyle söylüyor! Ben de söylüyorum, “Gözün kör olsun Köroğlu” hikâyesini gözler önünde canlı canlı yaşıyoruz. Geçmişten hiçbir ders almadığımız, hâlâ algı operasyonlarına nasıl yol verdiğimiz acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Tarımın her alanında; doğru algı yönetimi teknik analizlerle desteklenerek ülkemiz tarımında güven ve süreklilik sağlanmalıdır.