İdlib, Suriye ve Türkiye arasında bir sorun olmanın çok ötesine geçmiş durumda. Bunun böyle olacağı, bölgesel hatta küresel yansımaları sebebiyle temel sorun alanlarının başında geleceği çok önceden belliydi. Zira Esad rejimi ve onun askerliğini yapan İran destekli milisler ve baş hamisi Rusya’nın verdiği desteğin, sınırlar aşan insanî ve çetrefilli siyasî sorunlara yol açacağı öngörülüyordu. Gerçekten de Rusya ve İran’ı arkasına alıp kendini dev aynasında görmeye başlayan zalim Esad’ın pervasızlığı, Orta Doğu’yu istikrar ve barıştan daha da uzaklaştırmaya devam ediyor.

Üstüne üstlük Suriye rejiminin Rusya’nın da arka çıktığı kalleş saldırılarla Türk askerini hedefe alması, sorunu Türkiye açısından daha da kritik hâle getiriyor. Türkiye bir yandan şehitlerine ağlarken, bir yandan Türk düşmanı Esad’ı durdurmak ve yaşanan insanî trajediye son vermek için yoğun çaba sarf ediyor. Türkiye’nin barış ve istikrar için verdiği emeğin ve katlandığı fedakârlıkların ne derece büyük olduğu son günlerde daha iyi anlaşılır hale geldi.

Esad masum sivilleri katletmeye ve silah zoruyla ülkesinden uzaklaştırmaya yönelik her yeni adım attığında Türkiye’nin üstündeki baskının arttığı tartışmasız bir gerçek. Son haftalarda İdlib’de baş gösteren yeni göç dalgası sebebiyle ülkemiz üzerinde ağırlaşan baskı, Avrupa’nın vurdumduymazlığı ile bir araya gelince, katlanması daha zor bir sorun hâlini alıyor. Yeni şartlar altında Türkiye’nin olup bitene seyirci kalamayacağı, tek başına dokuz yıldır sürdürdüğü fedakârlığın başkaları tarafından da paylaşılması gerektiği, artık Avrupa’nın da insanlık namına harekete geçmesinin zamanı geldiği çok açık. Ne var ki, Yunanistan sınırından gelen haberler, insan haklarını bir kenara bırakın, insaniyet gibi temel hasletlerin dahi Avrupa ülkelerinde yok sayılabildiğine işaret ediyor.

Türkiye hiçbir karşılık beklemeksizin 4 milyona yakın mülteciye ev sahipliği yaparken, en az bir milyon daha göçmenin Türkiye’ye doğru harekete geçtiğini görünce tüm sözümona “medenî” dünyaya bir çağrıda bulundu. “Bu yükü bizimle paylaşın, aksi hâlde göçmenleri ülkemizde tutmaktan vazgeçeceğiz” çağrısı yapıldığında, tüm Avrupa duymazdan geldi. Bunun bir blöf olmadığı ortaya çıkınca ise insanlıktan nasibini almayan Avrupa, Yunanistan üzerinden Türkiye’yi eleştirmeye kalktı. Sanki Türkiye ilelebet tüm göçmenlere kapısını açmak zorunda olan bir ülke veya bunu yapmakla görevli bir sınır bekçisi gibi gösterilmek istendi. Hükümetin Avrupa’ya gitmek isteyen göçmenleri durdurmamaya yönelik yeni politikası, sadece Avrupa’nın bencilliğini ortaya çıkarmakla kalmadı; Avrupa’da artan yabancı karşıtlığı, İslamofobi, Müslümanlara yönelik şiddet ve insan hakları ihlallerinin hiç de temelsiz veya tesadüf olmadığını ifşa etti.

Türkiye’nin mültecilere yönelik yaptıkları ile Yunanistan sınırında bekletilen yüz bin göçmenin maruz kaldığı insanlık dışı muamele dikkate alınırsa, Suriye’de yaşanan siyasî sorunların mı yoksa Avrupa’nın içine düştüğü gafletin mi daha büyük bir sorun olduğu tartışılmalı.

Dünyanın göçmen sorunu ile yüzleştiği kadar, Avrupa’nın demokrasi, insan hakları gibi kavramları sadece kendisine lâyık gören hastalıklı ruh hali ile de yüzleşmesi gerekiyor. Zengin Arap turistleri ya da yatırımcılarını ülkesine çekmek için çiçek dağıtanların, savaş mağduru sivilleri karşısında gördüğünde kurşun sıktığı gerçeği de dünya tarihinin utanç sayfalarına büyük harflerle yazılmalı.