Sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan günümüz toplumları çok hızlı bir değişime, teknolojik olarak ise gelişime devam etmektedir. Bu değişim ve gelişim, tüketim kültürü ve alışkanlıklarımızda da etkisini göstermiştir. 1960’lı yıllardan itibaren endüstriyelleşme, nüfus artışı, kentleşme, üretimin artması ve çeşitlenmesi gibi olgular ağırlığını hissettirmeye başlamış, günümüzde de ciddi problem haline gelerek çeşitli sorunlarla beraber gündeme gelmiştir.

Yaşanan sorunların en başında, kaynakların verimsiz ve aşırı bir şekilde kullanılarak israf edilmesi gelmektedir. Son dönemlerde fazlasıyla rastladığımız (bana göre hastalık boyutlarında) fazla ve gösterişçi tüketim alışkanlıklarımız. Dolayısıyla fazla, gösterişçi, hoyratça diyelim, adını ne koyarsak koyalım tüketim ve buna bağlı olarak bireysel borçlanmaların artmasıdır. Tasarruf oranlarının giderek azalması da bunun tuzu biberi olmuştur.

Gıda zincirinde israfa sebep olan faktörlere baktığımızda; var olan yetersiz teknoloji, kötü taşıma, kötü depolama, yanlış ambalajlama ve yanlış saklama koşulları diyebiliriz. Bizim küçük resme bakıp, büyük resmi görmemiz gerekir. İşte sizlere büyük resim: Dünyada her 3 tabaktan biri çöpe gidiyor ve her 1 dakikada 3 çocuk açlıktan ölüyor.

İsraf edilen gıdanın yüzde 60’ını, 70’ini geçelim, biz yüzde 50’sini yeniden kazanabileceğimizi düşünelim. Gıda zincirinde israfın önemini bir kez daha net bir şekilde görmemize yeterli olacaktır düşüncesindeyim.

Ülkemizin ekonomi ve refah seviyesi, kaynaklarımızın bilinçsiz olarak kullanımı ile de direkt olarak ilişkilidir. Bu etkenlere bağlı olarak bilinçsiz ve aşırı tüketim, ekolojik dengenin bozulmasına da ayrıca sebebiyet vermektedir.

Sadece ülkemizin değil dünyanın da karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biri nüfus artışlarına bağlı olarak, beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli yiyeceği sağlayamama endişesidir. Dolayısıyla 2050 yılına kadar yaklaşık 10 milyara ulaşması beklenen küresel nüfusun, 2050 yılındaki nüfusu besleyebilmek için gıda üretiminin küresel olarak yüzde 50 oranında artması gerekmektedir.

Gıda güvenliği, bütünsel bir yaklaşım gerektiren karmaşık bir durumdur. Karmaşıklığı; yetersiz beslenme biçimlerine, küçük ölçekli gıda üreticilerinin üretkenlik ve gelirlerine, gıda üretim sistemlerinin dayanıklılığına, biyolojik çeşitliliğin ve genetik kaynakların sürdürülebilir kullanımına bağlı olgular arasında olmasıdır.

Gıda israfı, dünya çapında önemli bir problem haline gelmiştir. Dolayısıyla gıda israfı, yetersiz beslenmenin önlenebilmesinin önünde bir engel teşkil etmektedir. Orta ve yüksek gelirli ülkeler gıda israfını azalttığı takdirde, bunun çıktısı olarak düşük gelirli ülkeler de gıda güvensizliğinin üstesinden gelmeye yardımcı olacaktır. Aksi durumda bu gıdalar kullanılabilir hale getirilmediği takdirde, düşük gelirli ülkelerde olduğu gibi orta ve yüksek gelirli ülkelerde de güvensiz gıda yeniden gündem konusu olacaktır.

Dünyada nüfus artışı yaşanırken, tarım alanları azalmaktadır. Nüfusun başlıca besin kaynakları arasında yer alan meyve ve sebze üretimi yapılan tarım alanlarında ciddi anlamda azalışlar da gözlenmektedir.

TEMA Vakfının 2018 raporuna göre: Dünyada kişi başına düşen tarım alanı miktarı 1961-2015 yılları arasında 3,7 dekardan 1,9 dekara gerilerken, ülkemizde ise 8,2 dekardan 2,6 dekara gerilemiştir. Ülkemizde tarım arazilerinin kapladığı alan 1992 yılında toplam 27,6 milyon hektarken, 2017 yılında 23,4 milyon hektara düşmüştür. 25 yılda yaklaşık 4 milyon hektar tarım arazisi, bu da tüm tarım arazilerimizin yüzde 15’ini temsil etmektedir.

Tarım alanlarında yaşanan bu azalma, mevcut alanlarda üretilen ürünlerin de dünya nüfusuna yetmemesinin nedenleri arasındadır. Bunlara ek olarak çevre kirliliği ve küresel ısınmaya bağlı olarak yaşanan doğa, iklim değişiklikleri tarımsal üretimi olumsuz yönde etkilemektedir.

Hasat sonrası kayıpları ve gıda israfını azaltmak ve mümkünse bitirmek için tarım arazilerinin üzerindeki yükü arttırmadan tarımsal ürün miktarını arttırmak, dolayısıyla üretimi arttırmak temel stratejimiz olmalıdır.